(Salvador Dali “Belleğin Azmi” tablosu yorum ve deneme)
Zaman kavramı, biz insanların yarattığı bir terim değil midir? Saat, insanoğlunun yarattığı bir buluş ve zaman da yaşadığımız somut dünyanın bir parçası değil midir? Peki öyleyse “zaman gerçekten var” diyebilir miyiz? Ya da saatlerimize göre hareket etmemiz gerektiğini söyleyebilir miyiz? İşte tam bu konuda düşüncelere dalarken, düşüncelerimin resmedilmiş halidir Salvador Dali’nin “Belleğin Azmi” isimli tablosu. Birkaç saat şeklinin (cep saati, duvar saati) deforme halleriyle, çölde bulunmasıyla oluşan bir tablodur. Sürrealist bir ressam olan Dali, bu tabloda, rüyalarda zaman kavramının olmayışını ve zaman kavramının basitliğini anlatır.
Resme bakıldığı zaman içimize bir ürperti yerleşir. Hayatımızı baştan sona kadar düzenleyen ve biz insanlar için en önemli kavram olan zamanın erimesi yani yok olması hepimizi korkutur. Hele de büyüklerimizin ceplerinden çıkarmadığı cep saatlerinin, ağaçlara asılışını, çölde yok oluşunu gördüğümüzde…Çünkü bizim hayatımız budur: zaman, program ve düzen. Yıllarca hayatımızın ana unsuru olan zamanın yok oluşu da, bizleri dehşete düşürür. Ve gerçek ise; insan yapımı düzenliliğin yarattığı kaos. Robota dönen insanlar, zaman ile yöneltildiği için agresifleşen insan topluluğu. Bana göre “rüya gibi bir hayat” sözü de buradan gelir. Zaman kavramının rüyalarda olmayışından gelen hafiflik hissiyatı.
Sizce de zaman her şeyi zorlaştırırken, “o an” kavramını yani “anı yaşamak” kavramını basitleştirmiyor mu? Demek istediğim her şeyi bir zamana uydurduğumuz için anı yaşamayı unutmuyor muyuz? Ve hatta unutmadık mı? Her gün alarm sesiyle kalkar saate göre hazırlanır ve bizi bekleyen hayatın ilk önemli saati için yaşamaya başlarız. Kendimiz için yaşamayız, zorunluluk halinde yapmamız gerekenler için yaşarız. Anı yaşayamadığımız için de o an değeri olan her şey yavaşça değersizleşir. Kısa bir zaman dilimine sığdırmaya çalıştığımız onca şey aslında zamansızdır: zaman kavramı bunların hepsini basitleştirir, bir çerçeve içinde yaşamaya sürükler. Tüm ilişkileri, tüm duyguları, tüm sevgileri, tüm mutlulukları ve tüm sanat eserlerini bir zaman dilimi içerisinde yaşarız. Oysa tüm bunlar zamansızdır ve bizler zamanı içine katarak aceleye getirir, hiç birini tam anlamadan, tam yaşayamadan geçirir ve robotlaşmış hayatımıza devam ederiz. Zaman ve saat kavramı her ne kadar tarih öncesi devirlerde tarımsal üretim ve tüketim için geliştirilmiş olsa bile, dönemimizde zaman kavramı bize hükmetmeye başlamıştır.
Zamanı, faşist bir diktatöre benzetiyorum ve oldukça korkuyorum. Bir zaman aralığında yapılması gereken işler, zaman aralığında sınırlı görüşülmesi gereken dostlar, zamanın hayata uygulanışıyla oluşan yaşlılık kavramı. Yok gençken insan eğitim görmeli, yaşlanınca dinlenmeli… Bunlar aslında bizim yarattığımız kurallardır. Kendimizi bunlara inandırdığımız için oldukça rasyonel gözükmesine rağmen, bu rasyonelliğin altında bir diktatörün kuralları yatar. Bir zaman aralığında oluşturduğumuz ve yaşadığımız her şey, biz farkında olmasak da artık o diktatöründür. Bizim dostluğumuz değildir ya da bizim eserimiz. İnsanın bireysel seçme hakkını yok eder ve yaratıcılıktan alı koyar. Sadece insanlarda yarattığı baskıdan ibaret değildir zaman. Aynı şekilde sanat eserlerine de yapılan bir baskıdır. Sınırlı bir sürede oluşturulması gereken müzikler, sınırlı oluşturulması gereken ve uzunluğundan yakınılan filmler -ne de olsa zamanımız çok değerli-, bir yerden sonra modası eskiyen tarzlar -çünkü giydiklerimiz zamana göre uyum sağlamalı- ve nicesi.
Zaman kavramının olmadığı bir hayat ise benim için sadece bir hayal olarak kalacak. Çünkü artık o kadar çok iç içeyiz ki zamanla, onu ortadan kaldırmak önceden de belirttiğim gibi sadece bir kaosa sebep olacaktır. Zaman tarafından yönetilmeye bu kadar alışık olan biz, asla zamansız bir dünyaya alışamayacak ve aynı zincirleri kırılmış bir hayvan gibi vahşileşeceğiz. Ama yine de elimde olsaydı, ben de bildiğim tüm saatleri yani benim için zorunluluk taşıyan tüm saatleri bir cep saatinde yakalar ve kimse bana karışmasın diye çölün en ücra köşesinde tek tek eritirdim. Dolayısıyla Salvador Dali’nin resmi düşüncelerimin en somut yaşayan halidir.