Doruk daldığı ada hayali içinde, gökyüzünü bile göremediği asfalt yolda seyrederken, tekne reisin toparlanın gençler, yola çıkma vakti sesiyle kendine geldi. İshak, Sakin Necmi atladılar motorun güvertesine…
Güverte dedim de başka binecek yeri yok ki! Altı üstü sandaldan acık büyük, küçük bir motordan söz ediyorum.
Hareket çok uzun sürmedi. Ali reis dümene geçti, motor çalıştı, demir alındı ufak ufak harekat başladı. Boğazı geçene kadar yolculuğumuz sakindi. Gelibolu Yarım adası, Alçı Tepe burnundan açık denize çıkınca, küçük dalgalar büyüdü.
Motor dalgaların üstünde kuru bir yaprak gibi uçuşuyordu. Şaka bir yana, ilk defa su üstünde, küçük bir motorla yolculuk eden, Doruk ve arkadaşları sıkı sıkya birbirine tutunmuşlardı.
Ali reis, onların halini görünce gülümseyerek, gençler korkuyor musunuz?
Ben her hafta en az üç kere gelip gidiyorum.
Endişe edilecek bir şey yok diye teselli etmeye çalıştı.
Reis’in konuşması biraz rahatlattı ve bir birinin elini tutmaktan vaz geçtiler.
Dalgalar gittikçe büyüyordu.
Dalga büyüdükçe, motor daha çok yüksekler çıkıp suyun üstünde daha çok savruluyor, alabora olacakmış gibi yatıp kalkıyordu.
Ali reis ve yardımcısı çok rahat olmasına rağmen 4 arkadaşın renkleri değişmişti. Bata çıka yolculuk ne kadar sürdü farkına bile varamadılar. Sanki saate bakmak hiç akıllarına gelmiyordu. Doruk ve meslektaşları saate bakmasa da zaman denizdeki dalga şiddetiyle çabucak geçmişti. Dağlı; uşağım müjdemi isterim, bakın ada göründü diye seslendi.
Ali reis haklıydı! Başlarını kaldırıp baktıklarında, Ada’nın bir bölümü görülüyordu. Reis kısa süre sonra kale köy iskelesinde oluruz diye yüreğimize su serpti.
İmroz’un görünen ilk yüzü, Doruk’un hayallerini alt üst etmeye yetmişti.. Deniz’e doksan derece dik bir kayalık görünmüştü. Demek ki ada düm düz çayır gibi bir kara parçası değil, bildiğimiz dağı, ovası platosu, deresi tepesi olan; inişli çıkışlı arazi parçasıydı.
Hayallerini kendi içinde sakladı, renk vermedi Doruk! Hayal kırıklığı yaşadığını kimsenin bilmesini istemiyordu.
Ali Reis’in ada göründü demesini üzerinden yaklaşık 45/50 dakika geçmişti. Tepe köy iskelesinin göründüğünü fark ettik.
Ben iskele diyorum ama, küçük bir koydu geldiğimiz yer.
Kale köy koyun yüksek yerlerine yerleşmiş, bildik Rum evlerinden ibaretti. Küçük bir iskeleye yanaştı tekne. Doruk ve arkadaşları Valizlerini aldı indi.
İskelenin ucunda bir cemse duruyordu. Başında da bir J. Çvş, bir de şoför J. eri vardı. Ellerinde valiz gelen genç astsubayları görünce, Araç komutanı gelip, hoş geldiniz sizi tabura götürmeye geldim dedi.
Cemseye kadar eşlik etti.
Cemse ABD’nin Birleşmiş milletler bağlamında TSK verdiği ilkel askeri araçlarından biriydi. İki kişilik şoför mahalli vardı. Arkasında branda çekili ve oturmak için kasanın önünden arkasına uzanan karşılıklı konulmuş iki uzun ahşap sıra vardı.
Doruk ve arkadaşları, önce valizleri koydular, sonra kendileri çıkıp brandanın altına karşılıklı oturdular.
Gün batmış, Akşam olmuştu..,
Gidilecek yol da asfalt değil, stabilize bir yoldu. Diğer gençleri bilmiyorum ama yakından tanıdığım Doruk resmen hayal kırıklığı yaşıyordu.
Kurduğu hayaller suya düşmüş, ne yol kenarında gökyüzüne uzanan sıralı ağaçlar, ne asfalt yol vardı.
Her şey Anadolu’nun bir uzantısı ve kopyasıydı.
Her neyse hiç konuşmadılar etrafa şaşkın şakın bakarak, 116. J.Tb. Komutanlığına kadar gittiler.
Tabur nizamiyesinde Nöbetçi subayı karşıladı onları. Hoş geldiniz dedikten sonra, cemseden indirilen valizleri, yeni atanan astsubaylar için hazırlanan Tabur Komutanlığı Karargah binasının hemen yanındaki bir barakaya erlerle gönderdi.
Siz yoldan geliyorsunuz açıkmış olmalısınız size yemek ısmarlayayım diye takıldı ve mutfaktan yemek getirtip, karavanadan bir sofra kurdu.
Nöbetçi Subaylığı Tabur karargah binası içindeydi. Orada biraz oyalandılar. Sonra kalacakları barakaya gittiler.
Baraka bildiğimiz koğuştu. Çift katlı profil demirden ranzalar, Amerikan bezi çarşaflı pamuk yataklar. Anlayacağınız misafirhane diye hazırlanan yer burada çok kalınmaz acilen kendinize bir yer bulun der, der gibiydi.
Şakayla karışık, hoş beş muhabbeti, karavanalı akşam yemeği falan derken; saatte bir hayli ilerlemişti. Soyundular, pijamalarını giydiler, kendileri için hazırlanan ranzalara uzanınca, yorulmuş olduklarını fark ettiler.Bir birine iyi geceler dileyip başını yastığa koyan sessizliğin içinde kayboldu.
Bu sefer Çanakkale’de kaldıkları İzmir Otelindeki gibi hayal kurma vesvese dalma yoktu. Ne hikmetse başını yastığa koyan uyumuştu. Demek ki kısa Deniz yolculuğu yormuştu gençleri.
Rüya bile görmediler.
… …/…