yeşil gemiler görüyorum, beyaz ve karanlık bulutların içinde
söyle onlara tanrım;
”en çok beni almaya gelsinler olur mu”
babam bana yardım edemeyecek çünkü
annemse, yalnızca katıksızca sevebilir beni
ve seninse, beni sevmen için hiç bir sebep kalmadı sanırım
biliyorum tanrım, benden gizlemene gerek yok…
en çok mayısı sevdim tanrım
mayısta portakal çiçeklerini ve parasızlığı
en çok mayısı…
mayısta kapı kollarını ve bahçeleri
hiç ölmek olmasa, hep mayısta yaşamak kalırdım mesela…
hiç söylemek istemiyorum ama
papatyaları severdim bir de
salyalı, sümüklü, ezik demetlerini
akşam pazarların da, ıslak tezgah bezlerin de, sona kalmış çürük çilekleri bir de…
cumartesiyi severdim…
cumartesi olmazdı.
sayılar birden yedi kadardı o zaman, ben, yediyi severdim
yedi olurdu…
ağaçları severdim birde,
ağaçları bilmeyi ve bilmekte iddialaşmayı kendimle
badem miydi, dut muydu mesela
belki de kara duttu kim bilir…
kimse bilmiyor ama, bir de, kimsenin bilmediği bir nehrin kıyısın da,
bir söğüt ağacım olsun isterdim
saçları çok seveceğim bir kadına benzeyen
neden öldüğünü bile bilmeden, ölmeyi marifet sayan, ve fiyakalı ölümler satmaya çalışan acı tüccarlarının arasın da,
tüm bu özlemler, yoksunluklar, olmayışlar ve sevgiler için ölmek ne şerefli şey…
verdiğin tüm bu olmayışlar ve yoksunluklar, ve tüm bu güzel ölüş sebepleri
için teşekkürler tanrım, yeniden görüşmek ümidiyle…