Birçok öğrencinin deniz kıyısında üniversite eğitimi almak düşüncesiyle tercih ettiği üniversiteden şehir meydanına yürüyordum. Tercihi yaptığım yılda “dağcılık temel eğitimini almayı unutma” diyenleri ancak ilim için katedilen sarp yokuşları görünce anlayabildim. Tek eleştirimiz bu yönde olsun diye düşünüp susturdum içimdeki şeytanı. Öğrencilerin halka döküldüğü yere, Zafer Meydanı’na geldim. Her seferinde üzerinden hiç dikkat etmeden geçtiğim köprüye varınca bir şey unuttuğumu sanıp durakladım. Bir eksiklik vardı. Çantamı kurcalayıp her şeyin yerinde olup olmadığına baktım. Anlaşılan eksik olan fiziksel bir şey değildi.
Altımdan var gücüyle her saniye insanlara bir şeyler fısıldayan suya bakıp birkaç dakikamı bu an için gözden çıkardım. Dinledim, sadece dinledim.
“Bu ülkede sesi sanata uygun birisi neden yıllar boyunca manavlık yapmak zorunda kalmış? Neden edebiyat tutkunu bir zat matematikçi olmaya sürgün? Neden insanlar çok sevdikleri bir işi sadece vakti ve imkânı ölçüsünde arta kalan zamanlarda yapıyor? Neden dünyada yaptıkları işlerle ‘en’ sıfatıyla anılan insanların geçmişine baktığımızda ‘Yok artık! Şu bölümden mezun olmuş’ cümlesini kuruyoruz? Neden insanlar başarılı olduğu bir işi en başından yapabilme cesareti gösterememiş?Neden bir genç sevdiği bir işi meslek olarak yapamıyor? Neden bazı temel ihtiyaçları karşılamak için belirlenmiş işleri yapmak zorunda kalıyorlar?
Çünkü bu ülkede her dönem sadece bir meslek gurubu yetişiyor. ‘Şu bölümü okumalısın çünkü orada iş imkânı çok fazla’ başlığı altında kişinin özelliklerine bakılmaksızın meslek öneriliyor. Kendi kararlarını verecek cesarete sahip olmayan bir bireyin hayatı dönemin kurbanı oluyor. Bu cümleleri kuranlara da kızmamak lazım aslında, çünkü kişi kendinden biliyor işi.
Öğrencilere bir meslek tanıtmak yerine onlara kendilerini tanımalarını öğretelim.Birey kendini bildikten sonra kaçıncı yüzyılda olursak olalım, dünya hangi hızla dönerse dönsün, hangi meslek revaçta olursa olsun kendisi için en geçerlisini seçecektir.”
Su kendisine anlatılanları yansıtıyor diye düşündüm. Muhtemelen birilerinin dinleyeceğini düşünüp bir genç düşüncelerini anlatmıştı. Gerçi günümüzde olması gerekenleri söylemek aynı zamanda kimsenin sizi dinlemeye vaktinin olmadığını söylemekti. E, nede olsa çağın geçerli ve önerilen mesleğini yapabilmek için kayda değer bir ölçüde vaktinizi ayırıp, bir kâğıttan öğrenebileceğiniz varsayımlara çok çalışmak gerekirdi. Bunun neticesi olarak da kaybettiğim zamanda kazanmam gereken tüm kişilik özelliklerimden mahrum kalıp mesleği layıkıyla yapamayacaktım. Kaybetmek için mi çalışıyordum yoksa?
Harcadığım üç dakika üç yıl olarak geri gelmişti. Alışverişten memnundum. Alışveriş yapanlara bakarak yüzümde bir tebessümle daldım yılların eskitemediği çarşının içine.
Sevgiyle kalın…