En kör direniş; yolumu, aklımı saran anlamsızlığın içinde bir anlam aramak. Kuytu köşelere saklanmış, tehlikeli, dikenli tellerin arasında sıkışıp kalmış. Aklım öyle istekli, ruhum öyle yanıp tutuşuyor ki o anlamı bulup çıkarmak için, dikenli teller tehlikenin panzehiri gibi hissettiriyor. Kuytuda beni bekleyen anlama tutunmak için o panzehirden geriye tek yudum bırakmadım.
Klişedir: “Her gecenin bir sabahı vardır.” Çok söylenmiştir; gecenin en koyusunda, bir acı gırtlağınıza yapışmışken sabahın varlığı hatırlatılır. Fakat gerçekten öyledir. Sabah vardır, güneş doğar, acı diner… Üstelik yalnızca sabah dinmez acı. Böyle bir kural yoktur. Bilinç akışta olduğu zaman aktiftir bu yüzden gün doğunca dindiğini zannederiz. Zihnimizin en masum oyunudur bu. Gecenin ortasında, durup dururken belki de her gün içilen bardaktan bir yudum alırken ruhu aniden terk eder acı. Arkasına bakmaz, ben gidiyorum demez, gitmiştir işte. Gittiğini, bittiğini sonradan anlayan insan beyni bu boşluğa anlam yükleyemediği için kendisi yaratır acıyı. Yangınları biz çıkarırız, elimize kibrit verenler başkalarıdır.
Anlam o kibriti tutan parmağın ucunda saklıdır. Cam gibi gördüm saklandığını, kibriti kırdım. Sonra yangın içimde başladı. Yanarken öğrendiğim tek şey: her yangının öldürmediği. Ölmedim. Küllerimden de doğmadım, küllerime yaşamayı öğrettim.