Mutlu sonla bitmeyen bir masalmış bizimkisi. Zaten son varsa mutluluk yoktur ki. Mutluluk ebedidir, sonu yoktur. Bedenler yok olsa ruhlar ebediyen taşır o mutluluğu. Hani mutlu sonla bitecek hikâyenin sonsuza dek yaşayacak tek kahramanıydım ben? Hani herkesten sakladığın kanatlarını bana çırpmıştın sadece? Hani seni sen yapan bendim, yüreğini sevgimle kaplamıştık hani? Ne oldu o sevgiye, bağlılığa, iyi niyetimize? Bizim masalımıza ne oldu?
Ağacın toprağı saran kökleri gibi sarmıştım tüm benliğimi seninle. Sonra sen geldin, meyvelerimi daha yaşken kopardın. Olsun dedim. Dalımı kırdın. Yine sustum. Hala ayaktaydım, hala sarıyordum seni. Sonra sen geldin. Dalıma kurduğum salıncağı çözdün. İçimdeki çocuklar sallanamaz oldu, oynayamaz oldu, gülemez oldu. Yine de çıt çıkarmadılar. Ama sen gelip ne yaptın? Köküme baltayı sapladın. Devrildim, yıkıldım, yığıldım yere. Yemyeşil yapraklarımda can bırakmadın. Olmamış meyvelerimin hevesini kırdın. Kökten yıktın beni. Yok ettin. Benliğimi yitirdim.
Belki de gerçekten bir masaldı bizimkisi. Bir vardık, birden yok olduk. Evvel zamanlarda kaldık, ahirimiz hiç olamadı. Beşiğimi tıngır mıngır sallayan dedem çekip gitti bu diyarlardan. Bense büyüdüm, sığamaz oldum beşiğe. Sonra kendi dünyama sığdırmışken ikimizi, sen çekip gittin oradan. Ben yalnız kaldım. Issızlaştım. Bahçemde papatyalar açmaz oldu. Açsa ne fayda, sen saçlarıma taç yapmadıktan sonra?
Bulutlar hep karardı senden sonra. Güneş doğmaz oldu ufkumuzda. Yakamoz yansımadı bir daha suya. Mehtap o sımsıcak rengini yitirdi. Ellerimi semaya kaldırdım. Bir ‘ah’ çıkıp geldi yüreğimin en derinlerinden. ‘Ah’ diye başladım, ‘ah’ diye bitirdim. Avuçlarım bu yüke daha fazla dayanamadı, uzatamadım parmaklarımı semaya. Katre katre yaş düştü gökten saçlarıma. Islandım. Sırılsıklam oldum. Sen gelmedin, yağmur geldi. Sen tutmadın, yağmur tuttu ellerimden. Saçlarıma ellerin değil, yağmur damlaları karıştı usulca. O okşadı incitmeden şakağıma düşen saç tellerimi.
Sen ki; soframa düşen ekmek kırıntım… Çorbamın tuzu, çayımın şekeri, pastamın mumu… Üflemedim sönüp gitme diye. Pervane misali döndüm durdum etrafında. Sen ne yaptın? Isıtacağın yerde yaktın beni, kanatlarımı erittin, yok ettin. Gözyaşım söndüreceğine, körükledi alevini. Yandıkça bir ‘ah’ kopup geldi derinliklerimden. Küllerim senin dibine düştü. Yine son nefeste senden oldu.
Ve sen benim rüyamdın. Gözlerimi açar açmaz tekrar kapadım. Devamını görmek istedim ama bir türlü devamını getiremedim. Yarım kaldım, eksik kaldım, yitik kaldım. Şimdi hala her gün belki devamı gelir umuduyla kapatıyorum gözlerimi geceye. Ama nafile… Devamı gelmiyor. Belki de artık uyanma zamanıdır. Rüya bitti, gerçeklerle yüzleş diyor birileri belki de. Bu denli rüya kafi diyor. Oysa ben ısrarcıyım hala. Beklerim beklerim gelmezsen ben yazarım devamını. Belki sihri kaybolur ama en azından son bulur. Bu ızdırap diner. Yürekte kor kalmadı, lakin ızdırap dur durak bilmiyor.
Şimdi yaraları sarma zamanı. Eğer olur da bir yara bandı alıp gelirsen yüreğimin kapısına, içeri almamazlık etmem. Yine açarım ardına kadar kapılarımı. Yarayı açan sen olduğun gibi saran da sen olursun. Kabulümdür her türlü gelişin, aklında bulunsun. Penceremden doğru uzaklara diktiğim gözlerim senin yolunu gözlüyor. Bir gün aklına gelirsem hiç tereddüt etme. Gel penceremin önüne. Ben açarım sana kapımı.
Yeter ki gel. Tıklat penceremi yeter ki. Hala içinde sevgi zerrecikleri kaldıysa, bil ki bendekiler hiç kaybolmadı. Seni bekliyorlar çırpınırcasına. Gel de onlara can ver, su ver, hayat ver.
Gel ki; anlam kazansın her bir zerremiz. Gel de masalımız yitik kalmasın. Gel ki; beraber yağmur olalım gökte, papatya olalım bahçemizde, salıncak kuralım dalımıza.
Gel ki; güneş olalım,
Su olalım.
Aşk olalım.