Batı medeniyeti kendisini insanlık tarihi içerisinde insanlığın gelişimi, lineer bir çizgisel gelişim içerisinde son ve en mükemmel, en gelişmiş formu olarak lanse ediyor. Dolaysıyla da diğer medeniyetleri de geri kalmışlıkla itham ediyor. Batının kendisini ileride görmesinin nedenlerinden birincisi, Batı medeniyetinin çizgisel tarih anlayışını öngörmüş olmasıdır. Bu çizgisel tarih anlayışı, insanlıktan önce sadece maddenin var olduğunu ve bu maddenin giderek, gelişerek bir canlı formunu oluşturması ve o canlı formunun da gelişerek daha üst seviyelere çıkmasıyla insan organizmasını ve bu insan organizmasının da kendi içinde evrilerek bugünkü Homo Sapiens’e doğru evrildiğini ve bu, insanın ilk aşamalardan, tarihin ilk dönemlerinden itibaren yine bir gelişim kaydettiğini ve gelecekte de bugünkünden çok daha iyi bir duruma geleceği şeklindeki bir duruma dayanıyor. Batı kendisini bu şekilde görüyor. Bunun doğal yansıması olarak Batı, ilkel kavramını icat etmiştir. Yani ilkellik ve modernlik diye iki tane birbirine evrilemez iki farklı alan icat etmiştir. Ya geçmişte kaldınız, gerilediniz, ilkel kaldınız veyahutta şu anki modern seviyeye ulaştınız. Bu dikotomi doğal olarak diğer Batı dışı toplumlarının tamamına, eğer gelişmek istiyorlarsa, modern dönemde var olmak istiyorlarsa Batılılaşmalarının ve modernleşmelerinin gerektiğini dayatan bir fikirdir. Batı, dayatmacı bir medeniyettir. Kendisinin sahip olduğu argümanları bütün dünyaya zorla kabul ettirme konusunda bir zorlayıcılık. Batı bu dünyada ilerlemenin doğal sonucu olarak en mükemmel varlık olarak insanı kabul ediyor ve dolaysıyla hayatın bütün alanlarının, insan tarafından tasavvur edilmesini, kainatın ancak insanın aklıyla, duyularıyla bilinecek bir hale gelmesini, kainatın insanın arzularına göre şekillendirilmesi gerektiğini, nihai karar mercinin insan olduğundan hareketle ortaya konmuş bir felsefi düşünce olarak hümanizmi desteklemektedir. Her şeyi insana indirger, insan merkezli bir dünya tasavvuru ortaya koyar. İkinci husus ise, Batının rasyonalist olmasıdır. Rasyonalizm de bu dünyanın anlaşılması, evrenin bilinmesi ve insanın kendi hayatına yol çizebilmesi için yegane kriterin insan aklı olabileceğine dair inanç, kanaattir. Bu da Modern Batı medeniyetinde yerleşik bir özelliktir. İnsan aklının ötesinde hiçbir otoriteyi, hiçbir bilgi türünü kabul etmiyor. Batı medeniyeti materyalisttir. Sadece maddeyi geçerli olarak kabul eder. Madde ötesi, fizikötesi hiçbir şeyi kâle almaz. Batının bu materyalist yönü bütün dinlerden, dini içerikli her şeyden uzaklaşması anlamına geliyor. Bu bir anlamda sekülarizme yol açıyor. Dolaysıyla sekülarizm de Batının ana karakterlerinden birisidir. Din artık hayatın belirleyicisi değildir. Batı medeniyetinin bir başka yönü de pozitivist olmasıdır. Varlık; akıl ve beş duyu üzerine kurulur. Varlığı biz beş duyumuzla idrak ederiz, algılarız ve onu aklımızla yorumlarız. Bu tamamıyla insan ve beşer ürünü olarak her şeyi değerlendirmedir. İnsanın bu konuda yetkin bir durumda olduğuna inanmayı içerir. Dinlerin, önceki medeniyetlerin mitolojilerinin vs. hepsinin getirdiği açıklamalar artık batıl açıklamalardır. Bir diğer hususta Batı medeniyetinin ilerlemeci yönüdür. İlerleme hususunda çizgisel tarih anlayışı, Batı medeniyetinin ilerleme noktasında kendisini son aşamada gösterip en mükemmel düzeye oturtmak için kullandığı yöntemdir. 19. yüzyılda da tarih oluşturulurken, bütün tarih tasavvuru da, dönemlendirmeler de buna göre yapılmıştır. Sosyal bilimlerin 19. yüzyılda ortaya çıkışının temelinde pozitivist bir özelliğin yattığı söylenebilir. Batı medeniyeti bütün karakteristiğini sosyal bilimler bünyesinde taşır. 19. yüzyılda bütün dünyayı işgal eden Batı, bütün dünyaya kendilerinin ilerlediğini ve diğer medeniyetlerin de geri kaldığını lanse eder, bunu dayatır. Batı medeniyeti, yazılan dünya tarihinde diğer medeniyetlere ufak tefek yer ayırmakla birlikte, İslam medeniyetine hemen hemen hiç yer ayırmamıştır. Dine dayalı bütün sistemleri gerilikle itham ediyorlar. Dünya tarihi eserlerinde de İslam’a pek yer verilmez. Batının genelde İslam’ı, 10. asırda ön plana çıkardığı görülür. Onuncu asrın sonrasını yok sayarlar ve bu düşünceleri İslam dünyasına empoze etmişlerdir. Müslümanlar da bu şekilde düşünmeye başlamışlardır. İslam dünyası hâlâ 19. yüzyılın o katı pozitivist ilkelerine bağlı olarak tarihi, medeniyetleri araştırıyor, anlamaya çalışıyor. Oysa İslam medeniyeti 18. asır hatta 19. asra kadar önemli bir güçtür. İslam medeniyetinin 10. asırdan sonra gerilediğini kabul etmemek gerekir. Batı medeniyetinin, İslam medeniyetini gerilemiş olarak göstermesinin sebepleri; Batı medeniyeti, oryantalistler bu anlamda kendi medeniyetlerinin doğal karakterinden dolayı, ilerlemeci mantığından dolayı kendilerinden öncekileri yok saymak zorundalar ve sadece İslam’ı değil, diğer medeniyetleri de geri kalmış olarak görürler. Onlara değer vermiyorlar, sadece kendilerine faydalı oldukları oranda onlara hayatlarında yer açıyorlar. Batı medeniyeti kendisini merkezde görmek istediği için İslam medeniyetini ve diğer medeniyetleri silik bir duruma getirmeye çalışırlar. İslam medeniyetinin en büyük kayıplarından birisi, 19. yüzyılda kendi medeniyetlerine olan inançlarını yitirip Batı medeniyetine hayranlık duymalarıdır.