Kahrolduğum bir günün akşamındayım sanki…
Elimi nereye atsam yıkıp geçiyorum,
gözlerim kararıyor her ayağa kalkışımda…
Aklım bende değil sanki,
ben bende miyim ki?
Senin gözünden görüyorum dünyayı,
senin kulağından dinliyorum yağan yağmurun sesini…
Sen bende misin ki?
İkimizin de birbirimizde olmayışını kutluyoruz bu gece.
Sen büyük laflar ediyorsun
ben ettiğin her kelimeyi sek içiyorum…
Camlardan dışarıya bakıyoruz ikimiz de,
sen gelmeyecek birini bekliyorsun, mutlusun,
çünkü gelmeyecek benden iyi biliyorsun…
Bense seni bekliyorum, hüzünlüyüm,
çünkü sen hiç gelmeyeceksin biliyorum…
Sancılarım iki kat uzaktan izliyor beni,
eskiden kılı kırk yaran yüreğim
şimdilerde pire için yorgan yakılır mı diyor,
canım, en çok da canım acıyor…
Kıymete biniyor yokluğun yudumladığım her bardakta.
Ciğerlerimi kaplayan her duman
balçık balçık oluyor içimin derin odalarında…
Her odada bir bebek doğuyor zamansız,
annesi var fakat babasız…
Her biri büyüyor, büyüyor sen oluyor
içim içime sığmıyor en çokta sen sığmıyorsun…
Ben bu kadar sana dayanamazken,
şimdi sen beni kaç yerimden vuruyorsun…
Ben ölmüyorum, aksilik bu ya ölmüyorum,
kanayan içim ilk önce sana mezar oluyor,
ilk seni gömüyorum çöken kömür ocağıma,
ilk sen çıkıyorsun enkazımın altından…
Ben sağ kurtuluyorum bu depremden,
ama yinede yıkılıyorum sana…
Bilinmeyen ömrümün bilinmeyen köşesi,
gel desem gelmezsin.
Duymazsın gözlerimin her gece üstünü örtüğü gıcıklayıcı sesi…
Ardından bakarken ki ayak seslerini,
görmezsin iskambil kağıtlarına yazılmış baş harflerimizi..
Baş dertlerimizi,
derdimi,
tek derdimi…
Öylece sokuluyorum şimdi yokluğuna,
bu gece sabaha kavuşur mu bilmem
ama kavuşmasa bile
yanan bedenim aydınlatır çok kolay bu dünyayı,
yüreğim çölden rüzgarlar getirir
gözlerim, onu boşver
o bir sen der, bir seni bilir…
Hasan Bulut