Beni sevgiyle yaratanın daha çok sevmesi için yüceltiyordum içimdeki inancı. Oysaki başka şekilde inananların olduğunu gördüğümde, sevgiye mi yoksa inanca mi yanlış bir anlam yüklediğimi düşünür olmuştum son günlerde…
Bir yerlerde saf bir yanımın olduğunu, en yaramaz halimin çocuklaşıp yırtılan gömleğime aldırmaksızın tırmandığım ağaçları, ekşi ve buruk tadını özlediğim olmamış çağlaları düşünmekten alamıyordum kendimi. Bir taraftan ise yaşadığım hayata ait olduğuma o kadar emindim ki…
Enkaz mühendisliği adını koymuştum yaşadıklarımı ve yapamadıklarımı bir araya getirmeye uğraşırken oturduğum mahallemin çay bahçesinde içinde bulunduğum duruma, aklımda tekrarlanan bir motto “Ne yaptığından çok nasıl yaptığın önemlidir” Peki nasıl başarıyordum bu duruma gelmeyi ve neden yapamıyordum o duruma gelmemeyi? Herşeyin bir çocuk olarak başlaması ve öylede devam etmesi gerekmiyor muydu? Hani hep demezler mi içinde ki çocuğu öldürme diye…
Bin dokuz yüz bilmem kaçta doğduğum zaman ayın hangi evresinde olduğunu bilmeme gerek yoktu. Bilmem gereken sadece doğmuş olmam ve içine girmeye mecbur bırakıldığım dünyadan başkası değildi ya da bana öyle geliyordu. Sonradan öğrenecektim içinde de başka bir dünyanın olacağını…
Bana kalırsa bende dahil birlikte yaşamaya çalışan bunca insan iç içe geçmiş dünyalardan başka bir şey değildir. Değil mi ki Yunus “Bir ben var benden içeri” der. Hangisinin daha yalansız olduğunu anlamaya çalışmaktan yaşamaya fırsat bulamamış bunca insan göçüp gittikten sonra nerede birikir? Ve yine hangileri Yunus gibi kendini ve içlerindekini farkedebilir? Kafamda oluşan girdap sanki bir karadelik gibi beni kendi içine çekmekte, zamansız ve mekânsız bir ortamda en küçük zerreme ayırıp beni bir atom altı bir kuarka çevirmekte…
Tekrar tekrar çarpışıp birleşen ve yeniden şekillenen atomlarım başka bir ihtimalin olasılığını gerçekleştirmek için yeni bir mücadeleye girdikçe bende olan bir başka bendeki hayatı yaşamaya başlıyor.
Bir deniz geliyor aklıma başka bir ihtimalin dahilinde uçsuz, derin, mavi… Bakanın gözlerine fer, içine ferahlık verdiği; dalgaların birbirinin üzerine atlayıp oyunlar oynadığı, gökyüzüne bakan yunusun güneşi her defasında bir başka güzel ve anlamlı bulduğu bir deniz, başka insanların başkalaşmadığı, ötekilerin onlara başka gözle bakmadığı bir deniz. Hani onu göremeyelim diye başkalaşmış insanların önüne duvarlar çekmediği, havasını dondurmadığı…
Aklımdan da olsa denizi görmek güzel diyorum şahsamünhasır düşüncerimde, ne kadar çok engelleyen olsa da, ne kadar çok Kafka’nın Gregor’u gibi metamorfoza uğramış olsamda…
“Bir yer var biliyorum, epeyce yaklaşmışım. Lâkin anlatamıyorum” diyen bir Orhan Veli var içimde, anlatamayan benden içeri ama anlatacak kadar bende ziyade…
Ertan Yavuz / icaforiz_