Orhan Veli’ye…
Bu güzel havalar. “Beni bu güzel havalar mahvetti.”, diyor şair, bu güzel havalar. Bu güzel havaları sevmem. Güzel havalar şiir yazdırır, şarkı söyletir, eve tuzla ekmek götürmeyi unutturur. Güzel havalar olmasın şiir yazma yeteneğim hiç yoktur, sesim de çok kötü, birde tuz ve ekmek sorun değil de bir evim yok.
Şairin bahsettiği güzel havalardan biriydi. Aylaklık denilen kelimenin sözlük anlamına uymaya çalışıyordum. “Bum” anlamına geliyordum bunun İngilizcesi de. Nasıl oldu da söz buraya geldi bilmem ama konumuz bu değil. Aylaklık ediyordum, bir deniz kenarında. Nerenin sahili olduğunu hatırlamıyorum. Zaten sahilde olduğunuzda nerede olduğunuzun bir önemi yoktur. Mavi atlas denize bakıp güzelliğiyle övünüyordu. Denizse hem içindekileri besliyordu, hem dışındakileri. Balıkçılar, balıkçılar ilgimi çekmişti. Genççe –genç dediğim benim yaşıtım- bir çocuğun yanına vardım. “Rastgele” dedim. “Eyvallah” diyerek sakin bir tavırla başını çevirdikten sonra, diğer tüm karşı cinslerimde uyanan heyecan uyanmıştı. Kekeledi “E-e-eyvallah.” Belki heyecanı diner düşüncesiyle konuşmaya devam ettim. Kendimi suçlu hissediyordum. “Nasıl, derya kuzularını sana feda ediyor mu?” “Bi-biraz. Pek bir şey yok zaten. Benim amacımda tutmak değil ya, eğlence.” “Doğru, eğlence…” Tekrardan denize döndü, oltasına daha sıkı asıldı. Biraz önce denizden nazikçe istediği balıkları şimdi zorla istiyordu. Hem denize, hem çocuğa bu denli acı çektirmek beni mutsuzluğa sürüklüyordu. Bunların tek nedeni bendim. Denizde dalgalarını artırmış bu duruma hoşnut olmadığını dile getirmişti. “Elveda!” demedim, diyemedim. Bir elveda ile çocuğun balık olmasından korktum.
Bu güzel havalar, bu güzel havalar. Böyle havalarda aşık oldular, sarı saçlarıma takılıp, gözlerimin maviliğine böyle havalarda şiir yazdılar. Hemcinslerim içinde lanetliydim e her gün onların bedduasını daha çok üstüme çekiyordum. Elimde değildi. Güzeldim fakat ne yazık ki bununla gurur duymuyordum, övünmüyordum. Saçımın da gözümün de rengini annemden almışım öyle dediler. Ben sadece fotoğrafını gördüm. O da siyah, beyazdı. Annem yoktu ben de yarısından faydalandım. Teyzem, hayırlı kadın… 22 yaşında bu kadar hayranım olması içten bile değildi. Keşke diyorum, keşke elleri, dilleri titretmesem. Bu benim elimde mi? Ölüm… “Şeytan git başımdan, ben sana göre değilim!” İnsanlar dediğin aşk peşinde koşan, o yasak meyveyi tatmaya çalışan ervâh. Satre’ın düşünceleri, bulantısı ilginçtir. İlgimi çekmiştir. Çirkinliğini bilir, aynadaki yansımasını yalnızlığını. Peki, benim bu güzelliğimde yalnızlığa paralel değil midir? Onun yüzünden mi, sayesinde mi yalnızlığa kavuşurum.
Bu güzel havalar, beni bu güzel havalar mahvetti. Böyle havalarda sıkıldım evdeki yalnızlığımdan, böyle havalarda terk ettim onu. Temmuzun ortası, şehrin kalbine indim. “Böyle havalarda dolarmış sokaklar” anladım. Minik bir saat kulesinin altında bir adam var yanına gittim. Yorulmuş bahanesiyle oturdum. “Merhaba, sıkılmadınız mı yalnızlıktan?” .o da diğer tüm gem cinsleri gibi dönüyor bana sakince. Sesim güzel olsa daha önce heyecanlanır belki ama sesimin güzel olmadığını biliyorum. Orta yaşlı adam da titriyor sonra. Titremesiyle bana mutsuzluk lodosları esiyor Afrika çöllerinden. Saat 5.45’i gösterirken “Kaç kez sana uzaktan baktım, 5.45 vapurunda” mısrası geliyor aklıma. Uzağa bakıyorum yalnızlığımdan kurtaracak birisi yok. Orta yaşlı adam da kekeliyor sonra tüm hemcinsleri gibi “Me-merhaba” diyor. “Ben de güvercinleri izliyordum” diye heyecanını verdiği saçmalıkla devam ediyor. Ben daha saçmalarını da duydum bilemezsiniz. “Durma göğe bakalım” diyorum ve ayrılıyorum yanından. “Elveda!” demiyorum. Bir elveda ile adamın ağaçlara çıkıp güvercin olmasından korkuyorum. Böyle havalar, böyle havalarda aşkı hatırladı orta yaşlı adamlar.
Sahil kenarına gittim, sahil bu vakitler boş. Güneş saçlarıma, deniz gözlerime yansıyor. Bir denizkızı diyorum, bir masal, efsane de olsam yine yalnız kalır mıydım? Bunları düşünüyorum çünkü bana hep masallardan çıkmış gibi dediler. Kendileri masallardaki kahramanlar gibi olamadı. Ben de fazla bir şey istemiyordum zaten. Tek derdim yalnızlık ejderhasıydı. Martılar toplanıyor, çığlık çığlığa vapur düdükleri eşliğinde. Martılar bir şeye davet ediyorlar. Ölüm… Annemin ilk defa ölmemiş olmasını diliyorum. “Anne”, diyorum yine de içimden “Anne martıların içine şeytan girmiş.”
II
Beni bu güzel havalar mahvetti böyle havalarda hatırladım babamı. Babamdan sonra balıkları, onları tutmayı ve tekrar bırakmayı… “Küçük balıklara dokunmak yok” demişti, “küçük yoksa büyük de yok” Şimdi her yerde babamın nidaları. Beni bu güzel havalar attı sahile. Böyle havalarda attım denize oltamı. Sonra bir ses “Rastgele” dedi. “Eyvallah” diyerek döndüm. Nereden bilebilirdim şiirlere, masallara, romanlara konu olan biriyle karşılaşacağımı. İster istemez aynı kelimeyi tekrarladım, fakat bu kez çok daha farklı, kekeleyerek. Dünya durmuştu. Sonra bu güzelliğe uygun olmayan sesiyle tekrar konuştu, “Nasıl, derya sana kuzularını feda ediyor mu?” Şaşkındım, düşünmeden, düşünemeden karşılık verdim. “B-biraz. Pek bir şey yok zaten. Benim amacımda tutmak değil ya eğlence. “Doğru ya, eğlence” diye karşılık verdi. Denize döndüm, şimdi ne balıkları istiyordum ne de diğer deniz canlılarını. Denizden babamı istiyordum. Bana denizle konuşmasını öğreten adamı “Baba” diyecektim “bir kez olsun gel ve bu güzellik karşısında yanımda ol” Denize karşı ilk kez bu denli serttim. Babamı alıp götürdüğünde dahi ona bu kadar sert davranmamıştım. Deniz bana ne babamı verdi ne de başka bir şey. Hatta şaşkındı. O da biraz dalgalarını kabarttı. Sonuçta hiçbir şey alamamıştım. Arkamı döndüğümdeyse okyanus gözlü kız gitmişti. Evet okyanus gözlü kız diyorum çünkü en berrak su okyanusta olurmuş. Olurmuş çünkü bunu da babam söylemişti. Okyanus gözden bir “elveda” dahi duyamadım. Duysam belki boğulacaktım. Ardımdaki denizde değil fakat gözlerinde. Babam gibi…. Annem hep babama benzetir beni “Baban gibi, babasının oğlu değil mi?” Bir elveda deseydi belki babam gibi olacaktım. Önce sevdiğim kadının gözlerinde, sonra denizde boğulurdum. Çünkü o bana böyle demişti. “Anneni ilk gördüğümde gözlerinde boğulmuştum.” Acaba böyle bir his miydi? Olduğum yere çöktüm. Artık bana o kadar mavi gelmeyen denize baktım. Ağladım, “Baba” dedim “Nerdesin, nerdesin? Beni şimdi en iyi sen anlardın.”
III
Beni bu güzel havalar, beni bu güzel havalar mahvetti. Böyle havalarda çıkardık parklara. Böyle havalarda gelirdik buraya. Beni bu güzel havalar attı saat kulesinin altına. İlk burada buluşmuştuk, hatırladım. İlk burada el ele tutuşmuş, o deniz gözlerine burada dalmıştım. Sadece yedi yıl oldu. Sadece… Hani derler ya “sensiz her saniye bir ömür.” Onsuz milatlar atlattım. İlk şiirleri burada okudum, ilk hayalleri tam şurada kurdum. Bizi bu güzel havalar atardı buralara. Amber kokulu saçlarına burada asılır kalırdım. Tüm o masallar, şiirler, hikâyeler bizi anlatırdı, bilirdik. Yine şair demiş ya “Ölüm Allah’ın emri, şu ayrılık olmasaydı.”
Beni bu güzel havalar getirdi buraya ya da ayaklarım. Sanırım bunun bir önemi yok. Her Pazar olduğu gibi yine aynı yere gelmiştim işte, cebimde bir şiir kitabıyla. Yine bir Pazar gelmiştik onunla hatırlıyorum. İçinde matematik geçen bir şiir okumuştum. Kim yazmış, kim söylemiş anımsayamıyorum. “Bir daha okuma bu şiiri” demişti “matematikten hiç hoşlanmam” Gayriihtiyari gülümsemiştim. “Neden?” “Matematikten hoşlanmam, hoşlanamadım. Matematik hayalci insanlar için değil sanırım. Havuz problemleri, hız problemleri, bir tarlanın çevresi falan… Bana hiç problem olarak gelmedi bunlar. Bir tekerleğin dönüşü dendiğinde benim aklıma hep yol gelirdi, seyahat etmek ve onun o güzelliği, hele birde bahar mevsimiyse, ne güzel olur bilirsin. Havuz problemi derler, iki çeşme bir havuzu doldururken, bir başka çeşme de boşaltır. Oysa neresi problemlidir havuzun. Ben küçükken köyümüzde, ninemlerin bahçesinde bir pekmez havuzu vardı. İçine üzüm koyar eze eze suyunu çıkarır, sonra kaynatır pekmez yaparlardı. Yaz mevsimi olduğunda ise yarısına kadar su doldururlar, biz de içine girer eğlenirdik. Şimdi kalmadı o havuz da, yıktılar. Her neyse işte biz o havuzun suyu akmasın diye altındaki deliği tıpa olacak bir şeylerle tıkardık. Gelmiş problem bana iki çeşme doldururken birisi boşaltıyor diyor, aklıma o havuz geliyor sinirlerim bozuluyor. Tarla desen kuşları getiriyor aklıma, az kovalamadık mısırların arasında güzelim kuşları. Bu yüzden matematikten hoşlanamadım. Şiiri çok severim ama bilirsin, bu yüzden ne olur matematik şiire müdahale etmesin.”, deyivermişti bir nefeste. Her cümlesini nasıl da aklımda tutmuşum yarabbim. Kollarımın arasına sarmış “Tamam bir daha müsaade etmem o sayılı şeyin şiirin içinde bulunmasına” demiştim. Gülüşmüştük. Sonra bir şiir daha okumuştum mavi gözlerine bakarak. Üstünden yedi yıl geçmiş olabilir mi bunca güzel şeyin? Hiç bilmiyorum, hiç bilemiyorum. Yalnız tek hatırladığım şey onun gidişiyle çok ağlamamdı. O kadar çok ağladım ki, bir süre sonra neye ağladığımı da unutmuştum. Buralardan gidişine mi, bu dünyaya gelişimize mi, o şiiri okuduğuma mı, kaderi değiştirecek bir gücüm olmayışına mı, onun peşinden çekip gitme cesaretim olmamasına mı, bilmiyorum. Sadece çok ağladığımı biliyorum.
Beni bu güzel havalar mahvetti. Böyle havalarda uçuştu güvercinler aklıma. Böyle havalarda eşlik ettim onlara. Sonra bir ses “Merhaba, sıkılmadınız mı yalnızlıktan?” deyiverdi. Sesten ziyade yalnız olduğumu onun beni bu saat kulesinin altında bırakıp gittiğini nasıl, nereden bildiği dikkatimi çekmişti. Sonra yavaşça sesin geldiği yöne doğru döndüm. Aman Tanrım, yoksa bana onu tekrar mı lütfettin, diye geçirdim içimden. Titremeye başlamıştım ama mani olamıyordum. Sanıyorum bu onda da rahatsızlık uyandırmış olmalıydı ki uzaklara daldı. O uzaklara daldı, benim aklımdan içinde matematik geçen şiirler okumak geçti. “M-merhaba” dedim kekeleyerek. “Ben de güvercinleri izliyordum.” Uzaklara bakmaya devam etti. Yoksa onunda mı bu kulenin altında anıları vardı. Neden sonra “Durma göğe bakalım” dedi. “Göğe bakalım” dedi ve ben göğe baktım. Ben göğe baktım ve aklımdan içinde matematik geçen şiirler geçti. Onun güzelliği tekrar nasıl tecelli bulmuştu yarabbim? Göğe baktım ve dalgınlıkla “hala içinde matematik geçen şiirlerden hoşlanmaz mısınız?” dedim. O yanımda yoktu. Onlar yanımda yoktu. Güvercinler de uçmuş, o yine saçlarıyla güneş, gözleriyle gök olmuştu. Ben yine göğe baktım. “Anlıyorum, hoşlanmazsınız.”