Taksim’de izinsiz bildiri dağıttığı için gözaltına almışlardı onu. Apar topar getirdikleri Polis Merkezi’nde bir süre bekledikten sonra, Komiserin odasına girmeden önce yanındaki Polis Memuruna: “Müsaade edersen kendime bir çeki düzen vereyim” dedi. Saçını, başını düzeltti.” Tamam, hazırım!”
“Gir!” dedi içeriden gelen ses.
“Amirim, Taksim’de izinsiz bildiri dağıtan şahıs bu!”
“Otur! Sen çıkabilirsin!”
Bir süre beklediler. İlk defa bir Polis Merkezi’ne getirildiği için heyecanlıydı. Önüne uzatılan kağıtlara baktı gözlüğünü çıkarıp: “Yakını göremiyorum da!”
“Bunlar ne? EKDŞİD nedir? Gizli bir örgüt mü?”
“Müsaade ederseniz kendimden bahsedeyim önce. Adım Şevket, yaşım 42. Kimse kabul etmese de, bir yazarım ben. Hem EKDŞİD üyesiyim, hem de ayak izi takipçisi. Dilerseniz buradan başlayayım anlatmaya.”
“Başla!”
“Yenikapı kazılarında birkaç sene önce ayak izleri bulmuşlardı. 8 bin yıl önce bilmediğimiz birinin bıraktığı izler hala duruyordu ilk günkü gibi. Demek ki ne kadar değişirse değişsin kalıyordu ayak izleri. Ben de o günden sonra ayak izlerini takip etmeye başladım.”
“Ne yaptın peki?
“Edirneliyim ben, rahmetli dedem süpürgecilik yaparmış. Babamın anlattıklarından dinledim onu, ben doğmadan yıllar önce ölmüş ama ayak izlerini bırakmış arkasında.”
“Sen bunları gördün mü peki? Nerede bu ayak izleri?”
“Görünmeyen ayak izleri bunlar. Ne zaman Saraçlar Caddesinden dedemin evinin bulunduğu Bostanpazarı’na gitsem onun adımlarına basarak giderim. Mimar Sinan’ın mesela, Edirne’de ayak izlerinin olmadığı yer yoktur. Selimiye Camiinde nereye bassan o var. Mevlana’nın torunlarının Muradiye Camiinde ayak izleri… Ne zaman gitsem, basmadan geçmem.
“İlginç! Peki şu EKDŞİD nedir?”
“Eski kokusunu bilir misiniz?”
“Eski kokusu mu?”
“Çocukluğunuz eski evlerde geçmemişse bilemezsiniz tabi.”
“Dedemden kalan cumbalı bir evde doğdum ben.”
“Öyleyse anlayabilirsiniz beni. Hani sandık odaları vardır. Hafif nemli, küf gibi kokar. Ama kötü bir koku değildir, güzeldir hatta. O kokuları çok severim ben. Bir de ne zaman guguk kuşlarının sesini duysam eski kokusu gelir aklıma. Dedemin evinde uyandığım tatil sabahlarını hatırlarım.”
“Uzatıyorsun konuyu!”
“Bir gün eşimle Maltepe’de dolaşıyorduk. 5 sene geçmiş olmalı, aylardan Kasım. Beş çeşmeler denilen yerdeki Senuş Köfte’de bulduk kendimizi. Leziz balıklar, kalamarlar ve radyoda çalan Türk Sanat Müziği şarkıları mest etti bizi. O sırada yanımıza İdris Bey geldi, oranın sahibi. Konudan konuya atladık ve çocukluğunu anlatmaya başladı bize. Rum komşularından ve bir kelime döküldü ağzından: “Rum kokusu.” Eskiden bu çevrede yaşayan ailelerin evlerindeki bir kokudan bahsetti bize. O kokuyu duyamıyormuş artık ve her yerde arıyormuş. “Siz de eski kokusunu duyuyorsunuz demek? “dedim İdris Bey’e. O günden bizim gibi artık eski kokmayan şehirlerde eski kokusunu duyan şanslı insanları bulmaya adadım kendimi. E.K.D.Ş.İ.D. (Eski Kokusunu Duyan Şanslı İnsanlar Derneği) böyle kuruldu işte. Şimdilik tek üyesi benim, eşim bile yaptıklarımı delice buluyor ama bence mantıklı her şey.”
“Neden Taksim’i seçtin peki?
“Taksim eskiden beri eski kokusunu duyabildiğim bir yerdi. İnsanlar burayı seviyorlarsa, kesin içlerinde benim gibi bu kokuyu duyanlar vardır diye düşündüm. Öyle işte!”
“Bu kadar mı?”
“Bu kadar! Gidebilir miyim?”
“Gidebilirsin!”
“Gitmeden önce size bir şey vermek istiyorum, eğer kabul ederseniz?”
“Hediye kabul edemem!”
“Bu rahmetli kayınvalidemin teyzesinden kalan eski bir mendil. Hala eski koktuğu için taşırım yanımda. Eğer kabul ederseniz?”
“Sen ne yapacaksın peki, bunu verirsen?”
“Hala eski kokusu duyabildiğim yerler var, oralara giderim. “
“…”
“Kabul edecek misiniz?”
“Teşekkür ederim, kabul ediyorum bu hediyeni. Bir kahve söyleyeyim sana, içer miyiz karşılıklı?”
“Zahmet olmazsa bir sade kahvenizi içerim. Kahve kokusu da eski kokusu gibi güzeldir. Teşekkür ederim.”
“Al bunları! Arkadaşlara da söyleyeceğim ve Taksim’in her yerine dağıtılmasını sağlayacağım bildirilerinin. Sen de kalanlarını dağıtmak için yorulmazsın.”
“Teşekkür ederim. Beni anlayacağınızı biliyordum” dedi. Gözünden akan bir damla gözyaşını silerken kapı açıldı:
“Kahveler geldi amirim!”