merhaba kızım ,
sana bu satırları haybeye kitaplarımın arasında sakladığım, sakladığımı sandığım nice acılarımla birlikte ankara’da, soğuk olmasa da , benim için hala gri renkli olan bu kentte , yeni mahallemden, yeni evimden, yeni koltuğumdan , biraz yalnız; ama bilhassa yerimden kalkılabilecek gücümün olmadığı bu günlerde, kalbimin atışının stabil ritminde yazıyorum ..
merhaba kızım ..
yerini değiştirmediğimiz neyimiz kaldı ki, ucunu yakmadığımız; gidemediğimiz, gitsek de bırakamadığımız, bıraksak da özlemediğimiz, kimimiz kaldı? yarın için diyorlar, yarın için, hep yarınlar için .. yarınlara bugünden kırılmadık kaçımız kaldık? sokağa sığarken, içimize sığmayanlar değil miydi başımızı önde yürütmeye sebep? öyleyse kızım, incir çekirdeğine sığınan teslimiyetimizden başka bizi ne paklar.. diyor , suyumdan bir yudum alarak boğazımı kurutan tüm iç çekişlerimden sana bir gün daha yaklaşıyorum..
merhaba kızım
olmadı gecenin bir saati dışarıya taşıyorum kızım, ışıkları sönen evlerin çelik kapılarını aşıyorum, belli belirsiz şarkılar mırıldanıyor, parmak uçlarıma basa basa yürüyorum . gözlerimin altına torbalaşan bu yaşın ağırlığına iki üç kelimeyi aşmayan küfürler ediyorum.. sonra annemi düşünüyorum, anneannemi .. bizim kuşağın asırlıklarının gömülü oldukları mezarları düşünüyorum.. adını hatırlayamadığım ilkokul arkadaşlarımı düşünüyorum, büyük kasalı kamyonları.. duruyorum, kısa bir nefes alıyorum.. sonra dudağıma ıslık olan ritimlerle seksek oynadığım o günler için hafifçe gülümsüyorum..
merhaba kızım ..
şimdilerde ayağımın izinin kaldığı her kaldırıma biraz daha sessiz basıyorum.. zira kızım, zira benim canım kızım; kışı bertaraf etmiş olsak da, bugün ceketimi omzuma yaslayıp yürüdüğüm her yolun sonunda yine ankara’da , konur’da , çırağan’da çay içiyor oluyorum.. çünkü bizim hikayemizin ana kahramanı ceyma’ydı.. ceyma olsa bu satırları sana kim bilir hangi kağır kalem ikliminde yazardı?
oysa sen canım kızım ,
sen dünyamın ve ahiretimin bahar kokusu,
seni çok seviyorum ..
annen cemre şeyma
ankara