Anthony Burgess (gerçek adıyla John Burgess), 19. Yüzyıl edebiyatının, kuşkusuz en önemli isimlerinden biri olmuştur. Sadece bir roman yazarı değil; aynı zamanda şair, oyun yazarı, besteci ve edebiyat eleştirmenidir kendisi. Edebi yaşamına elliyi aşkın roman sığdırmıştır. Bu da, onu döneminin üretken isimlerinden biri yapmıştır. Kitaplarında diğer kimliklerini ustalıkla kullanmayı başarmıştır. Gerek müzik, gerekse dil konusundaki becerisini metinlerine yansıtarak sıra dışı yapıtlara imza atmıştır. Dil bilgisi ve kullandığı dil yönünden eserlerinin çevirisi zor olmakla birlikte, okunması gayet keyifli ve edebi açıdan doyurucudur.
Kendisine ‘ameliyat edilemez bir beyin tümörü’ teşhisi konmasıyla roman yazmaya başlayan yazarın, -bir süre sonra koyulan teşhisin yanlış olduğu ortaya çıkar- bu süreçteki psikolojik durumu ister istemez kitaplarına yansımıştır. Bunun en büyük örneğini, en önemli eseri olan (kendisi ne kadar kabul etmese de) Otomatik Portakal’da (A Clockwork Orange) görmek mümkündür. Bu kitabın merkezine oturttuğu Alex karakteri, yazarın hastalık sürecindeki psikolojisini ortaya koyar. Alex, kin ve nefret dolu bir karakter olarak çıkar karşımıza.
“Otomatik Portakal” ya da “Makineleşmiş Bir İnsan”
Herkesin beynini yakan, şu portaklaın nasıl otomatik olabildiği konusundan başlayalım… İngiliz argosunda “queer as a clockwork” kalıbında bir deyiş var. Bu deyiş, garip davranışlar sergileyen insanlar için kullanılıyor. Portakalın organikliği insanı temsil ederken, otomatik kelimesi de makineleşmeyi anlatıyor. Bunun sonucunda da karşımıza ‘makineleşmiş insan’ çıkıyor.
Burgess, ‘A clockwork Orange’ı şu şekilde açıklıyor:“İngiliz argosunda bir deyiş vardır: ‘queer as a clockwork’. Bu çok sevdiğim lafı, yıllarca bir kitap başlığında kullanmak istemişimdir. Tabii bir de Malezya’da ‘canlı’ anlamına gelen ‘orong’ sözcüğü var. Kitabı yazmaya başladığımda, rengi ve hoş kokusu olan bir meyvenin kullanıldığı bu deyişin, tam da benim anlatmak istediğim duruma, Pavlov kanunlarının uygulanmasına dayalı bir hikayeye çok iyi oturduğunu düşündüm.”
Otomatik Portakal, on beş yaşındaki Alex’in çalkantılı gelişimini konu alıyor. Çetesiyle (üç kankası) birlikte her türlü şiddete eğilimi olan on beş yaşındaki Alex, hikayenin başkahramanı olarak çıkıyor karşımıza. Alex ve çetesi (Pete, Georgi ve Dim) dizginleyemedikleri şiddet eğilimi içinde hırsızlık yapar, çaresiz insanları döver, kadınlara tecavüz eder. Çete, aralarında kendi ürettikleri Rusça kökenli “Nadsat” dilinde konuşur. Son derece kaba ve argo kelimelerden oluşturmuşlardır bu dili.
Hayattaki tek tutkusu müzik olan Alex, bir Beethoven hayranıdır. Dizginleyemediği şiddet eğiliminin kaynağı da Beethoven’ın 9. Senfoni’sine dayanır.
Alex ve çetesi, bir gece “Otomatik Portakal” adında bir roman yazmakta olan bir yazarın evine girerler. Ortalığı kırıp döktükten sonra eşinin ırzına geçerler ve çekip giderler. Başka bir gece de Alex, yaşlı bir kadının kedilerle dolu evine girer. Fakat bu kez Alex’in işi sandığı kadar kolay olmaz. Kadın Alex’le kıyasıya mücadele eder. Alex kadını öldürür ve polis tarafından yakalanarak hapishaneye gönderilir.
Ülkenin başında bulunan siyasal parti, seçimi kazanmak için “Suçluları Yeniden Topluma Kazandırma” yöntemi kapsamında “Ludavico” adlı bir laboratuar çalışması geliştirmiştir. Ludavico’nun ilk kobayı da Alex’tir. Devlet eliyle yapılan bu çalışmanın kobayı olan Alex, kendisine izletilen şiddet dolu filmler karşısında büyük fiziksel acılara maruz bırakılmaktadır.
Alex deneyi başarıyla tamamlamıştır ve serbesttir. Bundan böyle aklından herhangi bir kötülük geçtiği anda kusmakta ve acılar içinde kıvranmaktadır. Alex artık müzikten de yoksundur. Çok sevdiği Beethoven’ın eserlerini dinlemeye tahammülü yoktur; çünkü deney sırasında kendisine izletilen Nazi soykırım filmlerinin dehşet dolu sahnelerini hatırlamaktadır.
Eve döndüğünde anne ve babasının kendi odasına bir kiracı aldığını görür. Artık kalacak bir yeri yoktur, sokaklardadır. Şiddet günlerini paylaştığı çete arkadaşları polis olmuşlardır. Bu kez şiddeti polis olarak üretirler. Alex’e kızgın olan kankaları onu kuytu bir yere götürüp döverler.
Bir şekilde polis arkadaşlarının elinden Kurtulan Alex, sığınacak bir yer arar. Daha önce şiddet uygulamak için girdikleri “Otomatik Portakal” kitabını yazmakta olan yazarın evine sığınır. Hükümeti devirmek isteyen yazar “Ludavico” yönteminin insanlık dışı bir uygulama olduğunu kanıtlamak için onu kullanır.
Bir Toplum İronisi
Kitapta çok derin toplumsal gözlemler yer almaktadır. Çetenin, kütüphaneden çıkan bir adama hemen ‘’Öğretmen’’ benzetmesi yapıp dövmeleri ile eğitim sistemini eleştirmekte, ‘’Tükeniş Sokağı, Umutsuzluk Caddesi’’ gibi isimlerle sokaktaki insan yapısını, gece vakti sokakların çetelere açık olmasını özetliyor bize Burgess. Ayrıca çetenin kendine ait bir dil kullanması da iletişimsizliğin büyük bir sembolü olarak karşımıza çıkıyor. Son kısımda Alex’in genç insanlara karşı yaptığı ‘’kurmalı oyuncak’’ benzetmesi, klasik müzik dinleyen Alex’in yeni dönem müziğine ve gençlerine yaptığı sert eleştiri ise, günümüzdeki toplum yapısını özetler nitelikte.
Otomatik Portakal bir distopya olsa da, kitapta yaratılan dünyada gerçek üstü olaylar yer almamaktadır. Yazar, gerçek üstü bir dünya yaratmak yerine abartı kullanmıştır. Bu da, kitabı diğer distopya örneği kitaplardan farklı kılar. Kendine has atmosfere, kin ve nefret dolu anlatıma sahiptir. Bu özellikleri ile Otomatik Portakal, distopya dünyasının en önemli eserlerinden biridir.