Bana çocukken en büyük korkumun ne olduğunu sorsalar, cevabım büyük ihtimalle ‘karanlık’ olurdu. Nefret ederdim elektriklerin gitmesinden veya herkes salonda otururken benim diğer odadan bir şey almak zorunda olmam çok korkuturdu beni. O uzun ve karanlık koridordan geçmek, sağa dönüp karşı duvarda oynayan gölgeleri görmek ve en sonunda odaya girmek benim için kesinlikle en zor işti.
Sonra zaman akıp gitti, büyüdüm. Hala çok hoşlandığım söylenemez ama şimdi karanlıktan korkmuyorum, .çoğu zaman aydınlıktan daha huzur verici oluyor benim için. Aşılmaz koridorları aştım, giremediğim odalara girdim ve korkumu yendim. İmkânsız olanı başardım.
Ama karar veremediğim bir şey var. Karanlık korkumu yenmemi büyümem mi sağladı? Yoksa büyürken yaşadıklarım mı? Acaba 17 yaşında hala karanlıktan korkan ve evde yalnız kalamayan birisi olabilir miydim yaşanmışlıklarım olmasaydı? İşte bunun cevabını veremiyorum ben. Bazılarımız yıpranır, bazılarımız rahatlar, ama hayat bir şekilde darbesini vurur ve dersini öğretir bize. O ders de korkularımızı yenmiş olmaktır zaten. Umarım herkes o dersi biran önce alır ve kim olduğuna karar verir. Neyse!
Gelelim şimdiki zamana. Şimdi birisi karşıma çıksa ve bana en büyük korkumun ne olduğunu sorsa cevabım kesin;
Unutulmak.
O kadar çok korkuyorum ki unutulmaktan, o kadar yüksek bir seviyede ki bu endişem; en sefil hayatı yaşasam, sürünerek ömrümü geçirsem bile yine de ‘zavallı çocuk neler yaşadı…’ diye beni hatırlasın istiyorum insanlar. Sakın yanlış anlamayın ama, bu endişem bencillikten değil.
İnsanlığı kurtaracak bir buluşum da yok, hayatı kolaylaştıracak bir fikrim de. O yüzden ‘insanlar mutlaka beni hatırlamalı’ demiyorum, kendi halimde bir isteğim bu.
Zamanım o kadar güzel geçiyor, o kadar güzel arkadaşlıklarım ve varlığını her zaman hissettiğim o kadar iyi bir ailem var ki, bu hayatın gelecekte unutulup gitmesini istemiyorum. Evet, ben mutlu oldum. Çevremdekiler de huzurla yaşadılar, ama hiç bitsin istemiyorum. Biran zirvede olmanın mutluluğunu yaşayıp daha sonra yere çakılmak istemiyorum ben. Ya zirvede ya da dipte, ama sakin ve sabit bir hayatım olsun istiyorum. Sevdiklerimle, beni mutlu eden şeylerle.
Çoğumuz için bu anlattıklarım imkânsız değil mi? Aşmanız gereken o kadar çok sıkıntı, geçmeniz gereken o kadar çok sınav var ki hayatınızda, mutlu olmayı bırak hepimizin derdi hayatta kalabilmek olmuş resmen. Çok üzücü bir şey bu.
İşte ben de bu derdimin çaresini yazmakta buldum. Madem ne yaparsam yapayım unutulacağım, ne olursa olsun mutsuz olacağım; en azından yaşadıklarımı not edeyim, ileride elimde hayatımın çeşitli zamanlarından izler kalsın, belki de çocuklarım hatta torunlarım falan okurlar. Belki bazı insanlar benim hayatımdan izler bulurlar kendilerinde, belki bazıları benimle ilgili bir ayrıntıyı fark eder, ne bileyim işte, birisi mutlu olur beni okudukça. İstediğim bu, gerçekleştirmeye çalıştığım da.
Kendimi bildim bileli yazıyorum ben. Nerede ne zaman ne bulduysam hep bir şeyler yazmışımdır. Bazen oturduğum kafedeki mendile, bazen karşımdaki masanın üzerine, bazen aklıma, bazen de kâğıda. Hep yazdım aklımdan geçenleri, aynı benim unutulmamdan korktuğum gibi, o fikirleri de unutmaktan korktum. Hep not ettim, belki gelecekte işime yarar, kullanırım diye düşündüm.
Odamda sayısız not defteri, gizli günlükler, kimsenin okumadığı küçük katlanmış notlar. Hepsinde benden, sevdiklerimden, yaşadıklarımdan izler var ve ben de her geçen gün onlara bir yenisi eklemek için uğraşıyorum.
Aslında bir şeyleri yazma girişimim çok fazla ama küçükken tuttuğum günlükler dışında çok da başarılı olduğum söylenemez. Büyük bir hevesle yazmaya başladığım defterlerden en fazla bir hafta sonra sıkıldım. Gerekçem ise yazımın kötü olması veya bir kelimeyi yanlış yazmam oldu. Ama aslında ne kadar çok istesem de yazmaktan korktum ben. Beğenmemekten, beğenilmemekten veya önemsenmemekten korktum. Sonuç olarak da yırtıp attım veya karanlık köşelere sakladım o defterleri.
Yaklaşık iki hafta öncesine kadar başka bir blogum vardı, iki seneden fazla zamandır yazıyordum. Sonra ne olduysa biranda canım sıkıldı ve bütün her şeyi sildim. Yazıları, fotoğrafları, anıları… Herkes neden yaptığımı sordu, ‘pişman olursan ne olacak?’ diye sorup durdular.
Ama yazıları silerken en ufak bir pişmanlık yoktu içimde. O kadar boş şeyleri sıkıntı yapmışım ki kendime, o kadar değersiz insanlara dost demişim ki. Bir de bunları bloga yazıp sayısız insan ile paylaşmışım. O zaman için düşünürsek yazmak zorundaydım, çünkü o olayları yaşarken de yazmak tek çözüm yoluydu ki şimdi de öyle. Belki ileride bir zamanda bu yazdığım da çok boş ve saçma gelecek ama o zaman gelene kadar vaktim var demektir.
‘Unutulmak’ korkumdan kurtulmak için başvurduğum bir başka yöntem aslında bu da. Ne kadar sürer bilmiyorum, neler yazarım hiç bilmiyorum. Tek istediğim kafamı dağıtacak ve beni meşgul edecek bir uğraş. O da yazmak işte.
Zaman ne gösterir bilinmez, ruh halimi de tahmin edemem. Ama bildiğim tek bir şey var ki o da bu işe devam etmek istediğim. Tasarım bittiğinden beri ilk yazıda ne yazsam, nasıl yapsam, ne zaman yazsam diye düşünüyordum, daha fazla geciktirmek istemedim. Ortaya böyle karışık bir şey çıktı.
Bu arada önceki blogumda tasarım denen şey sıfırdı. Onu da başkasına yaptırmıştım. Bu işlerden hiç anlamıyorum çünkü, tek yaptığım şey yazmak. Ben böyle ne yapabilirim falan diye düşünürken Blogger sayesinde tanıştığım Gizemlikimlik’ten yardım istedim. O da beni kırmadı, her şeyi tek tek anlattı bana. Sonunda yine yapan o oldu ama ben de birkaç şey öğrenmiş oldum. Gördüğünüz tasarım ona ait ve ben de çok beğendim. Kendisi de güzel bir blog yazmakta, isterseniz buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz. Yeri gelmişken çok çok teşekkür ettiğimi de söylemeliyim.
İşte böyle dostlar. Konusu belli olmayan, arada kalmış bir yazı oldu bu. Korkularımdan, unutulmaktan, yazmaktan, blog tasarımından, her şeyden bahsettim. İlk yazı olarak umarım çok kötü olmamıştır.
Kendinize iyi bakın!
1 comment
Selam olsun yoldaşım. Yazını büyük bir titizlikle okudum. Öncelikle şunu söylemeliyim ki gayet iyi bir düşünceye sahipsin. Elbet yazmak kolay değil lakin pes edip de bırakmakta çare değil kuşkusuz. Tanıdığım birçok büyük yazarlar, büyümek için çok çaba sarf ettiler. Bugün onlardan birisine gidip sorsak dahi halen tam anlamıyla iyi yazamadığını söyler. Bu yazarlığın altın kuralıdır. Hiçbir yazar eserlerini beğenmez. Her zaman daha iyisi yazılabilir düşüncesiyle yaklaşır. O yüzden bırakma. Devam et yazmaya… Sen yazdıkça, ben yazdıkça, onlar yazdıkça; o vakit çıkarız karanlıktan aydınlığa. Dilerim her daim kalemin yanında olur.