İşte gidiyorum. Gecenin karanlığında, beni kimsenin bulamayacağı bir şehre doğru. Her günümü bunu yapmak isteyerek geçirdim.
Otobüse ilk adımımı atıyorum, tüm sorumluluk bende bu sefer. Ayrıca insanları mutlu etmek, onlara sahte gülümsemeler saçma zorunda da değilim artık. Her ne kadar her şeyi geride bırakmak istememe rağmen kalbimde kapanmayacak, aksine nereye gidersem gideyim bir kanser gibi içimde büyüyüp, yavaş yavaş beni bitirecek olan yarama karşılık. Elde değil, onu söküp atamam.
Otobüsün hafif buğulu penceresinden dışarıdaki karanlığı seyrediyorum. Anılarım geçiyor gözlerimin önünden bir film şeridi misali. Mutlu başlayıp intiharla sonlanan bir aşk hikayesi kadar yıkıcı bir yaşam. Tam o sırada.
Bana iyi gelmeyeceğini biliyorum ama tam o sırada geliyorsun aklıma. -zaten hiç düşünmem ya seni-
Yanımda olsaydın nasıl olurdu? Yan koltukta el ele uyuyan çift kadar huzurlu olur muyduk? O kadar güvenir miydik birbirimize? Başka bir şehirde tüm insanları karşımıza alacak kadar birbirimize ait olur muyduk? Peki ya sen yanımda olsaydın gitmeye kalkışır mıydım böyle ansızın?
Cevaplayamayacağım sorular sorarak bitiriyorum yolculuğumu. 00.45 .
17. yaşıma gireli 45 dakika olmuş. Bir ömrün en güzel yaşı 17’dir derler. 17’me bastığım gün yanımda olmayışının 829. günü. Daha da saymam zaten bundan sonra.
Şehrime ayak basıyor ve derin bir nefes alarak ayaklarımın beni götürdüğü yöne doğru ilerliyorum.
Gözlerinin içine bakarak veda edemedim sana, kararımdan dönerim diye. “Ben gidiyorum.” diyemedim, affet.