Pardon, bakar mısınız?
Acaba zaman mı bozuk
Yoksa benim saatim mi?
Söylenmiş olmak için söylenen sözlerin kuru gürültüsünde
Neden duyamam saniye kolunun sonsuzluğa indirdiği tokadı?
Etrafımdaki bencil, doyumsuz, düşüncesiz nefeslerin buğusundan
Neden göremem kösteklimin camını?
Güya içleri ısıtan, tüyleri kabartan dokunuşların soğukluğundan
Neden ilerlemez emekli albayım yelkovanım ve karısı emekli öğretmenim akrebim akşam pazarına doğru?
Peki, nasıl olur da kaçar
İzini kaybettirir o eski toprak yelkovan?
Nasıl olur da dörtnala koşar kösteklim?
Şu osuruktan dolma ruhların aşkına bulamaya çalışırken kendimi
Kokularını alsam da o pis kokulu ruhların
Tıkarım burnumu ve unuturum.
Uzay boşluğundan çınlayan gözlere
Yeşil sözlere
Göz kapaklarımın arkasında seramiklerini yaptığım narin bacaklara yüklerim en ağır anlamları
Dizmeye başlarım gariban yüreğimin
Rehabilitasyondaki beynimin üstüne sıra sıra
İlk depremden korkarım
Hep kösteklime bakarım
Diktiğim sıraların her zaman hücresini
Dibine kadar yaşamaya çalışırım
Deprem olunca şaşıramam bile
Yıkılırlar bir bir nöronların üzerine
Neden mi?
Çünkü hepsi harcı kumdan Burj Khalifa’lar gibi
Bir dakika durur musunuz?
Acaba zamanda bir sıkıntı mı çıkmış
Yoksa benim saatim mi bozuk?
İnsanlar birbirlerini tek içimlik bardaklar gibi kullanıp atarlarken
İlişkilerin yalnızlıkların üstüne çekilen tüylü yorganlar gibi olduğunu izlerken
Sevginin kıstırılacak bir meme ya da sıkıştırılacak bir kalça için kılıf olduğuna tanıklık ederken
Sadece benim kösteklim mi bırakıyor çarklarını döndürmeyi?
Fark ettiğimde ellerimi üzerlerinde kızartmak istediğim
Her gece arzu bahçelerimde koşuşturan bacakların
Soğuk tenlerle, yorganlarla ve
Buz gibi sözlerle avunmak istediğini
Neden vurmak zorunda kalıyorum kösteklimin camına?
Her ama her seferinde
Rica ediyorum durur musunuz?
Zaman mı bozuldu
Yoksa benim kösteklimde mi sıkıntı?
Geçiştirme çabası, sığınma çabası ve kabullenememe
Böyle kokmaz mı artık bütün çimenler, perdeler ve göğüsler?
Düşünmeyen beyinler, çözülmekte olan sutyenler ve kahrolan beyler
Nasıl oldu umulan en büyük medet
Düşünüyormuş gibi yapan vasıfsızın geleceğinden?
Herkes birbirine der, “Kurcalama, ne gelir elden?”
İşte bu yüzden gelip yırtacak beynimi başka bir yürüyen fondöten.
Rakılar, mezeler ve kıçlarını yırtan dansözler
O masalarda bile dinlenmez dostların gönlünden kopan sözler
Ben neden kana kana içip o şişeden
Karşılayamam güneşi her sabah başka bir donuk et parçasının üzerinden?
Madem durdun gene kösteklim
Bana bir yol göster
Ben neden ararım hep
Yapışmanın yok olduğunu bilsem de
Gönlümün duvarlarına bantlayacak bir poster?
Özür dilerim yolunuzu kestim.
Acaba zaman mı bozuldu
Yoksa benim saatim mi?
Sorun benim kösteklimde sanırım.
Yoksa neden dışlanırdım
Yoksa neden yatıştırılırdım
Yoksa her sabah insanlarla
Neden yeniden barıştırılırdım?
Parayı göze sokanlar, başarıyı boynuna kolye diye takanlar ve dünyadan bihaber o sürekli koşan atlar
Masalarındayken neden hepimiz poşetlerin içindeymişiz gibi hissederim?
O masadaki haykırışların, gülüşlerin ve sevinmelerin
Sesleri var ama yalıtılıyorlar sanki
O yataklardaki elleşmelerin, öpüşmelerin ve sevişmelerin
Dokunuşları var ama iki katman üstten sanki
Cidden hiç almazlar mı tadını acaba?
Dudaklarındaki naylonun ve
Dokunduklarını sandıkları tenlerdeki petrolün
Nasıl duyabilirler dünyadan kaçarken çıkardıkları derinden haykırışları?
O içlerine girdikleri sarılı siyahlı esnaf poşetlerinin hışırdamasından
Neden dolmuş sokaklar, masalar ve yataklar?
Tamamen o poşetten insanlarla
O sokak
O masa
O yatak durmadığında
Ama benim kösteklim durduğumda
Nasıl olur da dönerim ben?
Bir leblebicinin karıştırırken önündeki tasını
Kepçesinin bir kenara fırlattığı
Uzun süre karıştırmayı bıraktığı
Tasın ortasındaki ateşe ulaşamayan
Usulca soğuyan
Ve ani bir kepçe darbesiyle
Ortadaki kızarmışların arasına fırlatılan
Etrafındakilerin sıcaklığıyla zorla kızaran
O leblebicinin inatla kafasına kafasına vurduğu
Üşümüş yalnız nohuta.
Ne zaman söyleyeceksiniz bana bir şeyler?
Ne zaman vereceksiniz bir cevap soruma?
Ey, beslediğim kediler ve köpekler!
Sizi duyamıyorum.
Gerçi şükrediyorum.
Bitmeyen suskunluğunuza
Beni bulan masum gözlerinize
Çünkü insanlara bir sordum, iki sordum
Üçüncüsünde ittiler beni
Çiğnediler bedenimi yerlerde
Bazen sormak için yakalayamadım bile
Çünkü hep koşuşturuyorlardı
Merak ediyordum, nereye olduğunu
Yetişemiyordum, benden hızlıydılar.
Fırsatını buldum ve sordum da ama
Onlar da bilmiyordu nereye gittiklerini
Bazıları kulaklar takmıştı
Omuzlarına vurup sorduğumda sorumu
Bana bakıp sadece gülümserlerdi
Bazıları ortaçağdan kalma zırhlar giymişlerdi
Koşup yetişip omuzlarına dokunduğumu bile hissetmezlerdi
Hissetseler bile omuzlarındaki çivilerle geçiriverirlerdi suratımın ortasına
Bazıları vardı, beni dinlerlerdi
Elimi tutarlardı, sarılırlardı
Beni öperlerdi, ayağa kaldırırlardı.
Koşmaya devam etmem için yalvarırlardı onlar gibi
Ben dinlemezdim
Kıçıma tekmeyi basarlardı
En sevdikleri ise düşüneni dışlayıp
Düşene bir tane daha tekme indirmekti.
Evet, kedilerim
Evet, köpeklerim
İçtiniz sütlerinizi
Yediniz kemiklerinizi
Şimdi söyleyin bana
Zaman mı bozuk
Ha yoksa şu cebimdeki köstekli mi?
Söyleyin bana
Zaman cidden bozulmuş olabilir mi?