Gözlerimi kamaştıran en çok sevilmeye değecek üç rengi aldım sadece göz kapaklarımın dahiline. Çevreden gelen kuş sesleri ufak tefek küçük böceklerin hayat telaşı sesine karışmış alabildiğine ilerliyordu tüm normalliğiyle.
Bir ben orada yabancıydım, bir ben orada oyun bozandım. Çünkü hepsi vazifelerini şaşırmadan yapıyorlar hayatlarını yaşam ve ölüm çizgisinde yürütüyorlardı.
Bir ben orada iğreti kaldım hayata. Sesimi çıkarmadan otursam, karıncalara yardım edip gözyaşlarıyla buğdayları sulasam, gök karanlığa bulanınca ay ışığına ortak olsam, bir çiçeğin renklere bürünmesi sevinciyle orada öylece kalsam acaba kabul eder miydi bu toprak, bu hayat beni?
Bilmiyorum.
Halbuki buğday rengindeki tenimde çorak topraklara benzeyen ellerimin çatlamaları, gözlerimde bir çiçeğin renkleri, gözlerim içimin gökyüzü misali ve lâl oluşum en suskun duruşlara gebe fırtınalar gibiydi.
Hala mı kalamazdım orada.
Yapmayın.
Göndermeyin beni huzursuz yollara.
Göndermeyin beni anlamak için bile konuşmayan insanlara.
Yapmayın.
Bırakmayın beni yeniden yalnızlığımın kucağına.
Kelimelerin kısır kaldığı diyarlara.
Bir buğday tanesi olur düşerim aranıza.
Sizler beni daha iyi anlar, daha çok sarıp sarmalarsınız kışın karların altında.
Yeter ki yakmasın dünya beni kor içinde yanan ateşinin altında.
Yeter ki almasın dünya beni ahiretten önce avucuna.
Bahriye Eldemir