Umudun kıyısında içimdeki boşluğu dolduracak çakıl taşları toplarken rastladım ona.
Kim bilir kaçıncı gelişiydi buraya, bilmiyorum. İlk kez gördüm. Aylak aylak dolaşıyor, ıslık çalıyordu. Yüzünde sayamadığım kadar çok insanın izi vardı. Farkedilmeyi umarak yaklaştım yanına. Gözlerime baktı, gülümsedi. Utanıp sıkılmam gerekirdi belki ancak geçmişten kalma bir alışkanlıkla korkusuzca yönelttim bakışlarımı. Tepeden tırnağa şiire batmıştı. Kırık dökük dizeleriyle, kafiyesi tutturulmamış bir şiir.. Bir umuda tutunmaya çalışıyordu o da belli ki ‘bu kekre dünyada’ Tıpkı benim gibi. Ama o zamana ayak uydurup yaşlanıp yolu yarılamıştı. Oysa ben yaşamadan yaşlanmıştım. Nasıl mı? Masumiyetini kaybeden duygularım, vahşileşip içimi kemirmişti. Bir kamburu bile çıkmıştı sevinçlerimin. Aynada gördüğüm beden genç olsa ne fayda.
Pes edip bir uçurum ararken atlayacak, ayaklarımı sürükleyip buraya geldim bak. Üstelik topladığım tüm çakıl taşlarını da bıraktım olduğu yere. Artık sen dolduracaksın içimdeki boşluğu.
Ömrünü ömrüme kat istedim en çok. Aramızdaki mevsimlerin kalmasın önemi. Bırak sonbahar yaprakları dökülsün üstümüze, bırak üşüyüp buz tutalım. Elbet çıkarız bir gün bahara.Koşarız soluğumuz kesilinceye denk. Kuş olur uçarız içimizi ısıtacak iklimlere. “Sevda kuşun kanadında” değil mi?
Kim bilir umudun kıyısına geliriz tekrar. Göğe bakarız ve yıldızların arasında siyah beyaz fotoğraflarda kalmış kimseleri görürüz. Üzülme sakın, eninde sonunda biz de gideceğiz yanlarına.
Ve tüm çakıl taşlarını alır saklarız. Hiçbirine gerek kalmasın diye. Herkes birilerinin umudu olsun, içindeki boşluğu doldursun diye..