Gözlerim buğulu camların ardından; gözlediği yollardan alamaz oldu kendini. Öyle yalnız, öyle sessiz ki şimdi; dokunduğu her yere hazan geliyor. Yaprak dökümü misali anılar dökülüyor ayak uçlarıma. Basma kıyamadığım, baktıkça doyamadığım fotoğrafların tebessümü, bütün sahtelikleriyle duruyor önümde. Orda öyle gözlerinin içine gülen adam bensem; gülmeye bu denli aciz olmak niye. Ya ben ikiyüzlüyüm ya da kareler sahte.
İnsanoğlu ne gariptir. Üzülür ağlar, canı yanar ağlar bunlar doğal olanıdır. Ama işin garip yanı; mutlu olur ona da ağlar. Sevinç gözyaşları diye de kılıf uydurur hemen. Peki neden mutlu olduğu anları düşünüp tekrar ağlar? Mutluluğu özlediği için mi; yoksa canı yandığı için mi? Acımaz insan gözlerine. Aklına geldikçe gidenin arkasından rekat rekat gözyaşı kıldırır ve dilini ancak ismine tavaf ederken çevirir iki dudağının arasında.
Hüzünlü bir gecenin hüznüne çilingir olsun diye kurduğum çilingir sofrasında demleniyorum öyle. Derdimi rakıya katıp sek içiyorum seni. Gözlerin soframın en güzel köşesi, gülüşün en leziz mezesi. Köhne bir fotoğraftan çıkardığım manzaralar bunlar.Ama hala kadükleşmemiş tek kare yüzünün gülümsemesi.
Ben bu kadar meyilli değildim rakıya. Gözlerin yetiyordu sarhoşluğuma. Ama meret ne tatlı gidiyor yokluğunda. Derdime ortak oluyor; senin açtığın yaraları, sensiz sarmaya çalışıyor. Senden daha vefalı gerçekten. İkinizin ortak yanı; öldürmeye marifetli olmanız ve gerçekten takdire şayan bir sanat icra etmeniz.
Çilingir sofrası işte. Şişeden çıkıp kana karıştığı zaman döküyor insanın içini içine. Varlığında hayal bile edemeyeceğin hallerimi; yokluğunda görüyorum. Yine bir masada seni yaşatıp; yaşattığım yerden kalkamayacak hale geldim. Burda uyumak hiç hoş değil ama işte sızmak da elde değil zaten.
Evet. İşte bir parçayla dibini gördüm şişenin. Rahmetli Mzeyyen Abla ne güzel söylemiş be. ” Kimseye etmem şikayet; ağlarım ben halime… ” Ağlarım be! Utanmadan, sıkılmadan adını sayıklar sayıklar, sızarım bu masada.
Ama ” kimseye etmem şikayet; ağlarım ben halime… ”