Sessiz sakin yürürken bu şehrin sokaklarında, yoldaki çizgilere basmadan yürüdüğüm çocukluk günlerim gelir aklıma..Şimdilerde bu basit kural,bir zamanlar hayatımın en önemli kuralı olmuştu, bu apaçık bir şeydi..
Kahverengi taşlarda adımlarımı atarken bu düşüncelerle doldurmuştum kafamı, ”gereksizce” diyip omuz silktiğim anda gözlerim orada duran insana takıldı. Alaturka modada karo taşlarda adımlarını yavaş yavaş atarken, çizgilere basmamaya çalışması ve bu uğurda önündeki kimseyi de umursamadığı dikkatimi çekmişti.İnsanlar yanından geçerken çarpıyorlar ” Hey adam önüne baksana! ” diyerek iteklemeye çalışıyorlardı.O ise hala çizgilerine odaklanmaya devam ediyordu.Kendi düşüncelerimdeki çizgileri bırakıp onun çizgilerine yönelmeye karar verdim ve karoların bitiş yerine kadar taklitini yaparak yürümeye başladım.Karoların bittiği yerde kalın kırmızı çizgi duruyordu, son adımı oraya atıp yere oturmayı tercih ettim belki dikkatini çekerim dercesine fakat o buna aldırmadan arkasına döndü, yürümeye devam etti…
Gittiğini düşünmüştüm. Bunu düşünerek beklemeye devam ederken diğer uçtan tekrar geri döndü ve tekrar bana doğru yürümeye başladı…
Kırmızı çizginin önüne geldiği anda derin bir soluk çekerek durdu belli ki yorulmuştu.Göğüs kafesi bir kuş misali hızlı hızlı inip kalkmış , o sırada gözleriyle çizgide oturan beni bulmuş,bakmaya başlamıştı. Anlamsızca bir bakıştı başta ancak kaşları dikkatine yöneltecek şekle girdikten sonra dudaklarını hafifçe açıp :
‘ Seçimini bu çizgiden yana kullanman sakıncalı. ’
cümlesini kurup arkasına dönecek iken
‘ Yanlış seçim ’ dedim.
Böyle bir cümleyi neden kurduğumu bilmiyordum ama onun dikkatini toplamayı başarmıştım .Belli ki geri dönüp benimle birlikte çizgiye oturmaya karar verecek bir etkili bir cümle olmuştu.
‘ Kırmızı doğrudur kesindir.. Yanlış aranmaz,önemli olan gördüğün diğer çizgilerdir hata onlarındır.’
”Hata çok yapmış olmalısınız ki artık onlara bile basmadan yürüyorsunuz sanırım”
”Hatalar, hayatın çizgileri evlat…”
Daha da açıklama yapmaya mecali yok gibiydi.Soruları geçiştirip bir an önce gitmeye yeltenmeye benzer hali vardı ; ancak bir yandan da geçmişiyle yüzleşip geleceğine yol almak istiyordu.Uzun sakalı, üzerindeki yeşil uzun montu zamana aldırış etmeyen uzayan tırnakları, beyaz saçları hatalarından kurtulduğu uzun yılların onda bıraktığı parçalardı.Ruhundaki umursamazlığını ama bir o kadar içine işleyen bu ruh halini cümlelere dökemeyişinden kaynaklanıyordu.Konuşmadı… Sadece oturup dinlemeyi, kalabalıktaki nokta sessizliğini dinlemeyi tercih etti.Sûkut sessizliği yanında onu farkeden birinin olması sebebiyle bozuluyordu. Mor halkalı gözleriyle yüzümdeki çizgilere bakıp sanki ”Gençsin evlat” cümlesini söyletmişti.’Gençlik yaşananları engeller mi?’ sorumla onu anlamaya yönelmiştim.Sonunda hikayesini merak ettiğime karar verip ‘Çok acele ediyorsun!’ diyerek hışımla ayağa kalktı yürümeye başladı. Artık gittiğini, merak ettiklerimin boşlukta kaybolacağını tahmin ederken durup bana:
‘Şimdi beni sadece izlemeni ve düşünmemeni istiyorum’ dedi.
Karolara doğru ilerlerken karoların çizgilerine basmadan bir uçtan bir uca tekrar gidip geldi:
-Hiç çizgilere basmadın? bu muydu dikkat edeceğim
diyerek kafamı yana çevirdim.
-İnsanlarda seni böyle bilirler çocuk…Dışarıdan öyle mükemmel bir hayat görünür ki yaptığın hataları kimse bilmez.Oysa sen zaman zaman olsa da çizgilere basmışsındır… Çizgilere basmadan yol biter, çevrendeki sana imrenen gözler biter ve bu çizgiye gelirsin.Geri dönersen çizgiye basacaksındır! Beklersin burada ya ölümün gelmiştir ya da ölümün gelinceye kadar geçecek zamanı..
Sözlerinden anlamlar çıkarmaya çalışıyor, beynimin kullanmadığım kısımlarını kullanmaya zorluyordum.Mükemmel hayata sahip olanların mükemmelliklerinin sadece çizgisiz bir hayat olduğunu düşündüklerini düşünüyordum.Tüketiyorduk hayatı…Hayat kavramı içindeki herşeyi…Başta insanı(!)…Önce birbirimizi tüketmekle başlıyorduk işe. Büyürken bile bize harcanan emekleri tüketiyor, besleniyor,nefes alıyor sürekli tüketiyorduk.İnsan neydi ki tüketmeye odaklı bir varlık mı?… Bütün bu düşünceler kafamda dönerken konudan konuya atlayan beynimin dağılmışlığının idrakine varmaya koyulurken ‘Bir kahve içer misin?’ diye sordu ‘ ‘Tabi’ dediğim anda gözden kayboluşu bir olmuş sert kahve önümde bitivermişti
-Bardağı iki tane aldım elin yanmasın dedi
Çizgileri ve sert hoyrat tırnaklarının olduğu elleriyle yere uzandı.
Kaldığı yerden devam etme isteği yüz mimiklerinde belirgindi
-Hatalarım beni bu son çizgiye itti, artık bundan ötesi yok evlat burada durup bekliyoruz dedi
Umutsuzca…
Sözcükleri bu kadar düzgün seçmesine hayret ediyordum. Diline yerleşen argo tabirler halk içine sonradan karışan biri olduğunu gösteriyordu.. O buralara ait bir beden değildi.. Mecbur kılınmışlıkları yaşamaktaydı.
‘ Yazarmışım ben…’
Sessizce cümleleri dökerken, acısınına geçmiş zamanı sıkıştırıp, başka ağızlara ait cümlelere ait olacak kadar benliğinden koptuğunu göstermişti.Konuşacak çok konusu, anlatacağı hikayesi doluydu ve daha yeni başladığımızın sinyallerini vermişti….