Aniden hava geçişleri gibiydin.
Bir gün açan bir güneş olduğun kadar kalın bir sistin.
Isını tenimde tenini
hissettiğim kadar hissederken gözlerim kördü.
Varlığın bir tanrı gibi barizdi.
Aynı zamanda, yine bir tanrı gibi, görünmezdin.
Varlığın rüyalarım gibiydi.
Kopuk, yok, sahte.
Varlığından emin değildim: bilinemezci
Yoktun, inanmak istemiyordum
Bir çocuk gibiydim ve ben fırtınaları sadece rüyamda görmek
istiyordum.
Sense bir tufan, bir alabora, bir yelkenlinin devrilişi.
Benim en büyük korkum, en büyük endişem.
Ünsiyeteydin: her baktığımda bağlanırdım, kaçamazdım, tutsağın
olurdum.
Gıyaptın: dokunamayacak kadar uzak, erişemeyecek kadar
hayaldin.
Ve benim tek yapabildiğim sana geriden geriye bant gibi
sarmamdı.
Tütün sararlardı kağıtlara, ben ise defne yapraklarına
ismini yazar içime çekerdim sevgini.
Dolardı ciğerim, gözüm, gönlüm; aşkla, sevgiyle,
masumiyetle.
Ve geriye kalan fırtına sonrası defne kokusu olurdu
sahillerde, kum tanelerinin üstünde. Beni beklerdin, her sabah aralıksız.