İlk yaz çiçeği merhaba demişken dünyaya, içimi tarifsiz mutluluklar kaplıyordu. İlk yaz çiçeği bana hep denizi hatırlatır. Karne günü babamın işten dönmesini, teneffüs zilinin çalmasını bekler gibi bekledim. Zil yarım çaldı. Annem mutfakta yemeğin kıvamını tutturma uğraşındayken, elimde karne hazır olda bekledim. Babam annemi öptü ve beklenen an gelmişti. Karnemi dikkatle inceledi. Zaten karne kafa karıştıracak cinsten değildi. Hepsi beş. Babamdan beklediğim cümle gelmek üzereydi. Sağ kanattan atağa çıktım. Babama ince bir gülümsedim. Babam defans yapıyordu. Çünkü bu sene ekonomik kriz varmış. Annem her cümlede kullanmaya ısrarla özen gösteriyor. Ama ben çok bir şey istemiyorum, sadece deniz, kovalarım ve kumdan kalelerim..
Babam duygusal ve başarı-ödül teoremini başarıyla uygulayan bir adamdı. Başarı-ödül teoreminin adını ben koydum. Derslerinde veya herhangi olumlu bir hareketin ödüle dönüşüyor. Başarıya teşvikin en belirgin hali. Tekrar atağa çıktım. ”Annemin iş arkadaşları bana para verdiler. Karne parasıymış. Gittim ona Cornetto aldım hepimize. Yemekten sonra yeriz.” Babam atağıma gülümsemekle karşılık verdi. Ama ben topu sol kanatla buluşturdum.
”Aferim oğlum” diyerek başımı okşadı. Sol kanattan açılan muz bir orta ve topa vuracak olan ben,
”Baba beni bu yaz nereye götüreceksin?”
Kaleci tedirgin bakışlarlarla izledi gelen ortayı, kafa vuruşu
”Yazlığa.”
ve gol gelmişti. O an babamın ağzından çıkacak neresi olursa olsun sevinecektim.
”Yuppiiii!” diye sevindim.
Annemin de hava değişimine ihtiyacı vardı. Annem devlet dairesinde memurdu. Sürekli birileri geliyor, bir sürü dosyalar ve numaralar. Bugün işyerine gittiğimde bunu daha iyi anladım.
Tatilin hepimize iyi geleceği konusunda fikir birliğine vardık. Benim için valiz hazırlanırken en önemli nokta deniz araç ve gereçlerinin unutulmamasıdır. Bir kale yapacaksan da en önemli olgu, araç ve gereçlerinin olmasıdır. Yoksa plastik bardaktan kale, ve elle taşınan su ile ızdırap oluyor. Kale konusunda bana fahri bir ünvan verilirse bunu hep taşıyacağımı düşünmüşümdür. Ertesi hafta yola koyulduk. Bir hafta boyunca deniz, kovalarım ve kumdan kalelerim. Uyumaya çalışsamda tüm kış boyunca özlemini kurduğum mavilik, içimi kıpır kıpır yapıyordu. Sabaha karşı yola çıktık. Bir kere sabah soğuğunu yiyeceksin. En sevdiğim soğuklardan birisidir. Gözlerimi açtığımda yazlığa çoktan varmıştık. Eşyaları yerleştirme derken, içimde deniz heyecanı artmıştı. Bu kadar yakın olup ta, henüz girememek ayrı bir kaygı durumuydu. Kahvaltıdan sonra denize gittik hemen. Denizi ilk gördüğüm an içimdeki kış bitmişti. Hemen koştum denize. Annemin ”Cevdetcim fazla açılma.” dediğini duyar gibi oldum. Ve buluşma anı. ”Hoşbulduk deniz…”
* * *
Annem’ den kovamı ve küreğimi istedim. İlk aşama tamamdı. Deniz çarşaf gibiydi. Hemen kalemi yapacağım yeri belirledim. Yakınımda kale yapmaya çalışan çocuklar vardı. Temelini sağlam yapmadıklarından dalgalar yerle bir ediyordu kaleyi. Önce dalgalardan korunmak için hendek kazarsın. Deniz suyu için bir kanal hiç fena olmaz. Başladığın bir işte, temel çok önemlidir. Başında düzgün çalışmazsan, sonunda üzülen sen olursun. Şimdi bunları geçelim, derin konular. Daha sonra konuşuruz yine.
Çalışmalarıma hız kesmeden başladım. İnsanın hayalini kurduğu anların, gerçeğe dönüştüğünü görmesi keyif vericidir her zaman. Kumlarla boğuşmak nedensiz bir şekilde bana iyi geliyordu. Ondan bir yapı yapmak, kuleler yapmak denizin kenarında dünyanın en güzel görüntüsü oluyordu. Bunu okulca gittiğimiz Çanakkale gezisinde anlamıştım. O dev yapılar, tarihle bütünleşmiş atmosferden etkilenmiştim. O günden sonra kalelere hep bir ilgi duydum.
Tatil benim için anlamına ulaşıyordu. Her gün saatlerce yüzüp, kumla oynuyordum. Ve yediğim sayısız dondurma. Bir gün kale üzerindeki çalışmalarım devam ederken, kumların üzerinde gölge belirdi. Hani sahilde yürürlerde, hemen o gölge geçerdi ama bu sefer gitmedi. Yüzümü kaldırdım, güneşten bakamadım uzun uzun. O yüz, bana bir yerden tanıdık geliyordu. Sanki önceden bir kitap okumuşum da kalbimin tozlu raflarına kaldırmıştım. Birden aklıma düştü yüzü. İki sokak arkamızda oturan, Memduh Amca’nın güzeller güzeli kızı Aysel’in ta kendisiydi.
”Merhaba Cevdet.”
”Merhaba.” dedim. Bir süre kendime gelemedim.
O an kalenin ikinci katına çıkmaya karar verdim. Aysel ile iki sene önce tanışmıştık. Beraber oyun oynayıp, kale yapıyorduk her gün. Onu unuttum zannetmiştim geçen iki senede. Ama o gülümsemesiyle tüm tozları aldı kalbimden. Esmer ve göğüsleri henüz yeni olgunlaşmaya başlamış bir güzellikti.
”Nasılsın?” diye sordum heyecanlı bir sesle.
”Seni gördüm daha iyi oldum. Sen nasılsın?” diye sordu.
”Seni gördüğüme o kadar çok sevindim ki, adımı unutacak kadar Aysel. Geçen iki senede, seni unuttuğumu düşünsemde, birden zihnimde delik açtın.
İçinin güzelliği dışına vurmuş resmen.” diyecektim ama vazgeçtim. ”Bende iyiyim.” dedim.
Yanıma oturdu ve kalenin ikinci katını yapıyorken, yüzüme baktı.
”Kaleyi beraber yapalım mı?”
* * *
Aysel ileride şemsiyenin altında oturan Memduh Amcanın yanına gitti. Kova ve küreğini istedi. Onunla beraber zaman kum saati gibi geçiyordu. Güneşte yüzü içimi eritiyordu. Saçları rüzgarda uçuşuyordu.
Birden ”İki senedir görüşmüyoruz? Neden beni hiç aramadın?” diye sordu. ”Geçen yaz gelemedik. Babam bizi beş yıldız görünümlü, dört yıldızlı bir otele götürmüştü. Bu sene ekonomik kriz varmış. Herkes tasarruf yapıyor. Annem öyle diyor sürekli. Babam da yazlık biraz daha uygun diye bizi buraya getirdi. Ama iyi ki de geldik. Seni tekrar gördüm.” Aysel yinede sözlerinde ısrarcıydı.
”Olsun, insan bir arar sorar! Sana annemin numarasını vermiştim. Ordan konuşuruz demiştik giderken. Unuttun mu?” dedi.
”Hayır, unutumadım da annem dönüşte telefonunu kaybetti. Hattı değişti. O yüzden numaralar gitti.” En bayat numaradır. Aysel pek inanmamış gözüküyordu.
Onunla her gün kale yapıyor ve yüzüyorduk. Birbirimize sıra sıra dondurma ısmarlıyorduk. Denize ilk girer gibiydi önceleri. Sonra yavaş yavaş alıştık, birbirimize. Sonra o denizden çıkamaz olduk.
Güneşin en kavurucu olduğu bir saatte, yanımıza bir kadın geldi. ”Aysel başına güneş geçecek. Şapkanı giy.” dedi. Sonra güneş kremi sürdü aysele. Bana da ters ters bakıyordu. Uyuz oldum kadına.
”Aysel’i merak etmeyin, benim yanımda. Ben onu korurum.” diyecektim sonra vazgeçtim. Annesiydi galiba. Aysel’in hatrına sesimi çıkarmadım. Sonra kadın gitti. Aysel rüzgarda uçuşan saçlarını geride topladı.
Birden ”En son ne zaman heyecanlandın?” diye sordu. Bu kız gerçekten normal değildi. Sanki hayatın anlamını, o herkesin merak ettiği fakat cevabını bulamadığı soruları arıyor gibiydi.
Anlamış mıdır acaba diye içimde tahlil yaptıktan sonra,
”Hatırlamıyorum.” dedim. Bir müddet sustuk. İlk onun konuşmasını bekledim. Beklerken gözlerine daldım. Yüzünü inceledim. Geride topladığı saçları önüne geldi. Saçlarını geri atarken,
”Neden bakıyorsun?” dedi.
”Öylesine.” dedim.
”Konuşmayacak mısın?”
”Düşünüyorum.”
”Ne düşünüyorsun.”
”Neyi düşünmem gerektiğini.”
En son onu gördüğümde heyecanlanmıştım. Ama ona söylememeliyim diye düşündüm. Belki de ne düşündüğümü bilmiyorum.
Her güzel şeyin sonu olduğu gibi, tatil de bitiyordu. Gitmeden önce son akşam, Memduh Amcalara yemeğe gittik. Yemekte konuşulmadık konu kalmamıştı. Büyükler her şeyi konuşmak isterler. Ama yeri ve zamanına göre konuşulmayacak konular vardır. Konular bitmez. Ayselle yemekten sonra sahile dolaşmaya çıktık. Gökyüzünde tek bir yıldız yoktu.
”Normal hayatta da görüşelim. Normal insanlar gibi. Ben sana okulda neler yaptığımızı anlatırırım.
Sen de mahalle maçlarında nasıl goller attığını anlatırsın. Ara sıra konuşuruz öyle. Tamam mı?” dedi.
Önceden yazdığı annesinin numarasını cebinden çıkararak verdi. Başımla tamam dedim.
”Bu gece hiç yıldız yok.” dedi birden.
”Evet sanki hepsi saklanmışlar, bizden bulmamızı istiyorlar.”
”Ben buldum.”
”Neredeler?”
Şaşkın ifadelerle baktım ona. Cebinden bir deniz kabuğu çıkardı.
”Bak bu göklerden düşen bir yıldız. Denize düşmüş, ben buldum onu. Sana veriyorum. Bunu benim için saklar mısın?”
Aysel gözümde daha da büyüyordu. Avucumun içine bıraktı. O an çok güzel bir şey oldu.
Birden dudaklarım dudaklarına değmiş ama gözlerimi sımsıkı kapamıştım. O anda bir yıldız kaydığını hissettim.
* * *
Kış bütünüyle geçmek üzereyken Aysel’i unutmuştum. Sanki bir yaz aşkı gibi, yaşanmış ve bitmişti her şey. Onu bir kere bile aramamıştım. Kalbimin tozlu raflarında birinci sıradan yerini almış, bir zamanlar çok satanlar listesinde olsa da, artık depoda gün yüzü görmemiş kitaplar gibiydi. Aklıma Aysel’ in verdiği deniz kabuğu geldi. Hafızasını kaybetmiş birinin, her şeyi tekrar hatırlaması gibi bir durumdaydım.
O gece avucuma bıraktığı deniz kabuğu. Gökyüzünden düşen Aysel’ in bulduğu bir yıldız. Bana karşı bu kadar ilgiliyken, benim ona karşı ilgisiz tavrımı hak etmiyordu.
En azından normal insanlar gibi konuşabilirdik. Mahalle maçlarında attığım golleri anlatabilirdim ona. O da bana okulda neler yaptığını anlatırdı.
Deniz kabuğunu nereye koyduğumu hatırlamaya çalışırken, freni patlamış araba çoktan uçuruma yuvarlanmıştı. Annemden deniz kovası ve küreğimin olduğu çantanın yerini sordum. Olsa olsa oradadır diye düşündüm. Annem kış günü ne kovası diye bir ton azar yedikten sonra,
uslu çocuk teoremini devam ettirdiğimden yerini söylemişti. Uslu çocuk teoremi’ nin adını da ben koydum. Uslu durursan, istediğin şey daha çabuk oluyor. Zaman tasarrufu da diyebiliriz. Çantayı açtım ve üç saniye durdum. Deniz kabuğunu elime aldım. Pencerenin yanına gittim. Kış günü hava kırmızıya çalıyordu.” Yarın İç Ege’ de kar bekleniyor.” diye sesler geliyordu televizyondan. Şimdi ne yapıyordur acaba diye düşündüm. Meteoroloji her zamanki gibi yanılıyordu. Etrafı yavaşça beyazlık kaplamaya başladı. Kum taneleri birer birer kar tanelerine dönüşüyordu.
Onunla yaptığımız kaleler, birer birer kentsel dönüşüm alanı oluyordu. Aysel’ in son gece öpüştükten sonra, kulağıma fısıldadığı cümleyi hatırladım. ”Beni görmek istersen, gökyüzüne bak. Ben hep orada olacağım.” uzun uzun baktım gökyüzüne.
kirmizivosvos