Yaşanılanların derin karmaşası içerisinde kendimin bile kendimden haberi yoktu. Her şey aslında birer çıkmaza dönüyordu. Yalan diye adlandırılan aşklar, saklanılan sırlar, aldatılan hayaller, ayrılıklar, intiharlar, ölmemeler, ölmeler, doğumlar. Hepsi bir o kadar hızlı gerçekleşiyordu ki dünyamda hangisine ayak uyduracağımı şaşırmıştım. İçim o kadar kalabalık iken aslında ne kadar da yalnızdım. Hayatım sis çökmüş tek şeritli yol gibiydi. Ne kendi önümü görebiliyordum ne de karşıdan geleni. Ölüm bir nefes ötemde beni çağırıyordu kollarına. O sis hiç kalkmıyordu çöktüğü yerden. Hatta o sis boğazıma yapışıyor ben nereye gidersem peşimden geliyor nefesimi kesmeye çalışıyordu. Sırtıma yapışan bu tarifsiz ağırlık yürümemi engelliyordu. Hiçbir şey yapmak içimden gelmiyor, yapılan şeylerden hiçbir tat almıyordum eskisi gibi. Ve genellikle uyumayı tercih ediyorum. On iki saatimi yatakta geçiriyordum. Her gece aynı saatte uyanıyorum uykumdan. Çünkü rüyalarımda bile sis benimle beraberdi. Sonra tekrar uykuya dalıyorum. Her gece aynı seremoni tekrarlanıyordu. Ve şehir attığım her adımda daha da yakıyordu ayaklarımın altını. Nereye bakarsam yaşanılan anılar, söylenen onca güzel söz duruyordu karşımda. Koşmaya başlıyordum, gözlerimi kapayıp nereye gittiğimi bilmeden. Tabi ki yoruluyordum. Malum kalp… Hastaydım ben. Az mutluluk çok acı dolu bir hayatım olduğunu görüyorum. En derinime kadar işleyen acılar… Bu kadar perişan olabileceğimi bilmezdim. Tarifsiz bir acı dünyasında sürükleniyordum. İçinde bulunduğum durum pek bir karmaşık hal alıyordu. Tüm anıları ve duyguları unutmaya, aşkı kalpten söküp atmaya çalışmak gerçeğin üstünü örtmek için yapılan şeylerdir. Ama beni mutluluk denizlerinde yüzdüren aşk, şimdi beni acı dolu sularda boğmaktaydı. Yaşam böyledir işte, hüzünlü bir şarkı gibi… Nice acılı yıllara… Doğum günüm kutlu olsun!