Kuru kanım üzerinde batmayan taş gibi kocaman
Bir açılıp bir kapanan
Bir kaç yüz çitle çevrili etrafı
Kimi kirpik diyor ucu zehirli oklarına
Kimi göz diyor suda üç kez sekmeyen tüm koca taşlara
Çingenelerin ettiği cenkleri katmazsak hesaba
Kim basmıştır ilk kez
Bir karanfilin üstüne.
Kim acaba?
İçimizde kendimize benzeyen trenler çiziyoruz.
Sen ısrarla Napoli Garında
Pembe, içi dolu lavanta
Kalabalık bir tren çiziyorsun.
Mendil satan güzel çocukar var
Tren giderken sallamalık mendiller satıyorlar.
Su çekmeyen gösterişli mendiller.
Ben ise eski peronlarda unutulmuş trenleri çiziyorum.
Prostat makinist eskilerinin toplanıp içtikleri
İçip içip eski aşklarına işedikleri
Sesi kısılmış,
Bir çuf çufu bile olmayan
Trenleri çiziyorum.
Hayat neresinden bakarsan bak seni kayırıyor sevgilim.
Yapacak bişey’ yok!
Seni özlemenin telaşı basıyoral al yanaklarımı,
Ellerin geliyor aklıma.
-Kabe’deki putlara ilk baltayı bu eller indirdi
Bismillah!-
Ellerin etime değdiğinde kulaklara dolan çıngıraklı pırıltı.
Nar çiçeği ile tütsülenmiş tıkırtı
Göğse bastıran hakikat
Damarlara basılan binparça kabahat
Ve tekrar sen ve senin var olan her şeyin
Terkrardan
Ah! o vakitsiz baharlar…
Gece lacivert olduğunda biliyorum ben
Tanrı bir tek maviden vazgeçememiş.
Gündüz mavi, gece mavi, su mavi, hava mavi.
Tanrı’yı kendime benzetiyorum bazen.
Seni maviye.
Bir madenci otuzüç gün sonra gördüğünde göğü ilk kez
Onu düşün bir an,
Elindeki çamaşırları bırakıp koltuğa sadece onu.
Ondaki heyecan ne ise
Ben seni öperken
Hep bir fazlası işte.