Ne kadar kolay vazgeçerim bilirsin herhangi bir şeyden… Yıllarca dumanını yüzüne savurarak paket paket içtikten sonra vücuda ne kadar zarar verdiğini bir fotoğrafla görüp oracıkta bırakıvermiştim sigarayı. Hatırlarsın belki birlikte izlemiştik programı. Sen devam ettin. Benimle de dalga geçmiştin üstelik ‘Bırakamazsın’ diyerek. Zararlı şeyler konusunda çok hassasımdır, bilirsin.
Bir tek sen… Senin yanındayken ağlarla çevrili ruhum. Dört bir yanıma aşamayacağım duvarlar inşa edilmişçesine çaresizim. Gidemiyorum… Aslında gitmekten de korkuyorum. Duvarların ardında ne var, bilmiyorum. Dipsiz bir uçurumda yitmek istemiyorum. Gülme! Asıl uçurum burada, biliyorum. Burada yitiyorum… Gitmeliyim…
Hani çocukken bulmacalar vardı. Yılan birbirine karışmış yollardan doğru olanını bulup elmaya ulaşırdı. Ben hiçbir zaman doğru yolu bulamadım. Kendimden emin ilk çıktığım yol yarıda kalırdı hep. Yılmaz ikincisine çıkardım, hüsran. Üçüncüsünün doğru olduğunu bildiğim halde vazgeçerdim elmayı almaktan. Cazibesini yitirmiş şeyler bana göre değil. Neden öyle bakıyorsun?
İlişkimiz çoktan bitti, kabul etmelisin artık. Hani Çamlık Sokakta buluşmuştuk. Yazın ilk dondurmasını yerken sormuştun birden: ‘Benden ayrılmayı düşündün mü hiç?’ Çok sinirlenmiştim doğrusu. En sevdiğim şeydir dondurma. Keyfimi kaçırma hakkın yoktu! Cevabım da senin keyfini mi kaçırdı? Ne yani yalan mı söyleseydim? Evet, düşünmüştüm, defalarca. Hiç ‘biz’ olamadık… Beyhude çabalarla birbirimizi kırdık. Klişe cümleler mi?
Yüzün oturduğumuz bankın rengini aldı sanki birden. Üzüldüğünü görmek her defasında beni de üzerdi. Konuyu dağıtmak için birkaç saçma cümle kurmayı düşündüm ama izin vermedin. ‘Ben de ayrılmayı çok düşündüm’ dedin birden. ‘Hani ara ara sessiz, dalgın gezilere çıkıyordun kimseye haber vermeden. O zaman düşündüm hayatından çıkmayı. Olmadı, sensiz olamadım’ demiştin. Biliyor musun şaşırmıştım. Elimde dondurmayla kalakaldım öylece. Yutkunamadım, zaman durdu sanki. Fark etmedin tabii… Keşke o zamanlar bana da hissettirseydin aklından geçenleri. Ayrıca bir de umursamaz olduğunu düşündüğüm için yemeseydim kendi kendimi. Ne mırıldanıyorsun öyle?
Eve gidene dek ‘mutluyum oyunu’ nu oynamıştım yine. Nasıl bir oyun mu? Ellerimiz kenetlenmişti. Deniz durulmuştu sanki. Balıklar selam veriyordu sandaldaki balıkçıya. Güneş daha az yakıyordu. Rüzgar, yere kadar eğilmiş ağaçlara sarılıyordu ve biz gülümsüyorduk… Birbirimizden yana bakmamıştık oysa yol boyu.
Eve girdiğimizde birden kendine çekip sımsıkı sarılmıştın. En sevdiğim kokun vardı üzerinde; içime çektim. Kucağın ne kadar genişti, ne kadar sıcak… Başımı göğsüne gömmüştüm ama tebessüm ettiğinin farkındaydım. Gülümsüyordun hatta. Nereden mi biliyorum? Çünkü ben gülümsüyordum. Yine inanmıştım sana. Ekmek almaya arka sokaktaki fırına gittiğin o sabahki gibi. İlk kahvaltımızdı. Az sonra döndün köşeyi. Balkona bakmıştın ta oradan. Gülümsedin önce gözlerinle sonra dudağın kıvrıldı. Ekmeği kopardın. Bana gösterdin havaya kaldırıp. Ağzına atarken: ‘ Ekmeğin kenarı kadar seviyorum seni’ demiştin mahcup mahcup. İnanmıştım…
Sevişiyorduk. Öpüşün yıldızlar saçıyordu geceye. Gölgelerimiz dans ediyordu. Ay bir kez daha doğuyordu. Sonra sen kaçtın. Beni aşkın pembeliğinde bıraktın… Terden ıslanmış, karışmış saçlarıma baktın. Tarağa uzandım.’Sen yaparsın’ dedin, kaçtn! Oysa her gece saçlarımı sen tarardın…
Saçlarım karmakarşık uyudum o gece ve sonraki gece ve daha sonraki… Sensiz uyudum… Kandırılmış, inandırılmış, öylece… Kağıt kesiği o cümlen kaldı geride… Göğsüme kadar çektim bacaklarımı. Yorgun bir ağaç kavuğuna sığındım… Karanlıkta kayboldum yine. Kanatlarımı açtım, yaralı kanatlarımı… Ruhum kadar yaralı… Uçamıyorum… Çırpınıyorum çırpınıyorum, uçamıyorum… Karanlık! Yönümü bulamıyorum. Korkuyorum… Burada böylece kalmaktan, yitmekten korkuyorum… Beni anlamadığını görüyorum. Hiç anlayamayacağını biliyorum. Gitmeliyim… Susuyorsun? Seni sessizliğinde bırakmalı, gürültüme dönmeliyim. Sen kalabalıklarda huzursuzsun daima, ben ise insanlar için doğmuşum.