En mühim mesele elbette ki yaşıyor olmaktı. Bu – kimisine göre tabii- şairane hayatın bir parçası olmaktan harikulade mutluluk duyanlardan bahsediyorum. Ne var ki ben bu kimilerinden değilim. Ki beni bilirsiniz kendimle alakalı pek hoş düşüncelerim yoktur. Pek ala lafım, ana rahminden kendi etrafında itinayla dönen toprak parçasına ve yine toprakla eşgüdümlü salınan emsalsiz bulutlara sahip gökyüzüne gözlerini açtığı andan itibaren böyle düşünenlere… Bu nispeten hususi mevzuyu “yaşıyor olmak” yerine daha farklı düşünen biriyle dillendirelim.
“En mühim mesele elbette ki balığın çıkmasıdır evlat.” dedi Atlas Usta tatlı ve azarlayan bir ses tonuyla. Boşuna dememişlerdi Atlas Usta diye. Her denizi avcunun , ağ tutmaktan nasırlaşmış, içi gibi bilir açıldığı denize misafir olmaktansa denizin içindeki tüm canlılara ev sahipliği yapardı kendince. Böylesi birine gönlü geniş demeyi bir hayli az bulsam dahi şu daracık kelime haznemle başka bir yakıştırmaya da kucak açamıyorum doğrusu. Böyle bir atasözünü doğru kullanmanın verdiği mutluluğu da tarif edemem gal… Her neyse bırakalım şu övgü cümlelerini de size birkaç zamandır anlatmaya çalıştığım- hatta bazı zamanlar kıvrandığım- meseleye gelelim. Siz bir adamı hiç görmeden, birdenbire ve sadece adını duyarak ya da yaptığı işe hayran kalarak seviverdiniz mi ? İçinizi hiç bilmediğiniz bir şehrin karanlık sokakları kaplarken bile o hiç görmediğiniz adamı saygıyla sevgiyle andınız mı? Hiç içinize kocaman kaya gibi bir sevgi oturdu mu? Oturmamışsa Allah aşkına vazgeçin şu yazımı okumaktan… Ben içindeki o sevgiyi arayanlar ve daha güzeli bulanlar için devam ediyorum. Atlas Ustanın yetmiş senesinden hangisini ele alsan, her birinde tamir edilmiş bir filika hatırasından öte bir şey bulamazsınız gibi gelir. Ondan bir şey alamazsınız. Söylememek, anlatmamak değil; susmak dinlemek, belki de yetmiş sene daha filika tamir edip, anne saydığı denizlere ırıp sallayıp, nesi olduğunu pek ala bildiği canlılarla hasbi hal edip, gece denen mefhum üstünü örtse bile ısrarla denizde kalma bahtiyarlığına devam arzusunu görebilirsiniz. Zanaatına hayran olmak bir yana denizle günlerini paylaşan bu adama sevgi beslemeyenleri de anlayamayabilirsiniz.
Yine balığa niyet edilen günlerden biriydi. Gün çoktan toplanmış, gitmeye hazırlanıyordu. Sanki biri turuncunun her tonunu savurmuştu şu gök denen tuvale. Çok ayaz günler bir yana, ayaklarımızın çok ayaz kestiği günler bir yana bugün ırıbı toplamanın keyfinin pek manidar olduğu söylenebilirdi. Henüz daha üstünden sisi kalkmamış deniz-ki bu alışılagelmiş bir vaziyettir- uzun uzun esen rüzgarla nasıl da güzel eğleşiyordu öyle.
“İnsanın canı çekiyor vallahi böylesini.” diye iç geçirdi Atlas Usta
“Efendim Usta ne dediğini duymadım. Bana mı seslendin?
“Yok bre ne seslenicem sana ! Ben ekmeğimin sahibiyle konuşuyorum. Sen de kendine pay çıkarmaya amma meraklısın ha!
“Tamam usta.”diyerek hafifçe gülümsedi Alacan.
Pek tabi Atlas Ustaya akıl sır erdirmek mümkün olmasa dahi ustasının bu gizemli hallerine alışmıştı Alacan.
O gün de diğer günlerden farksız olarak uzun bir sessizlikle geçmişti. En sonunda dayanamayıp sessizliği bozan Alacan oldu:
Usta bugün de gece kalacak mıyız?
Atlas Usta -her zamanki gibi- ilk olarak uzunca bir iç çekti ardından yaşının nadide göstergesi buruş buruş olmuş gözkapaklarını ufuğa doğru dikti. Öyle çok konuşmazdı amma konuşunca da hakkını verirdi. Ne de olsa tecrübeli adamdı.Yetmiş sene devirdi bu filikada yetmiş…
-“Bugün deniz yüz veren bir anne gibidir. Bu kadar etmemeli, bu kadar yüz vermemeli, bu kadar ışıklı, bu kadar sakin , bu kadar pırıl pırıl olmamalı. Bunun yarını var. Yarınınsa …Etmemeli doğrusu. Yine böyle kollarını açacağından şüphe ettiğimi mi sanırsın? Öyleyse yanılırsın evlat. Bu gördüğün derya her vakit anne gibidir… Hakkını verene, evlat olmasını bilene!
Eğer bilmezsen hakkını
Bildiriverir sana haddini.”
Atlas Ustanın vardı böyle fiyakalı lafları. Yetmiş senesini verdiği denize az bileydi ya bu cümleler! Her zaman gönül dolusu konuşmazdı ama konuştuğu anları toplasan bir altmış sene ederdi sanıyorum. Alacan geceye kalacaklarını anladığında nesi olduğunu bilmediği bir sevinç belirdi yüzünde. Kendi de şaşırdı ya bu duruma halbuki eve dönse annesinin sıcak yemeklerden yese fena mı olurdu. Buna rağmen geceyi burda geçireceği için mutluydu. Hemen etraftan bir iskemle bulup Atlas Ustanın yamacına oturuverdi. Bir derdi yoktu, bir soru da sormayacaktı, hatta sohbet etmek bile ıstemiyordu fakat ustasının yanında olmak iyi hissettiriyordu ona. Yanına oturduktan sonra belki ustamın söyleyeceği bir şeyler vardır diyerek usulca beklemeye koyuldu. Az bir zaman sonra sessizliği Atlas Usta bozdu:
-“Açıldın mı şu mavi çarşafa,
Geri dönmek düşüncesini fırlatacaksın ufuğa
Ne kadar uzağa gidebilirse o kadar uzağa!
Öyle akşamına dönmek düşüncesiyle çıkarsan bu yola
Kapılarını kapatıverir bu mavi çarşaf suratına
Öyleyse koyacaksın her şeyini;
Cesaretini, emeğini ve en önemlisi kısmetini.
Ee yola çıkınca da bitmiyor bu cefa,
En evvel tanıcaksın menzilini ne var ne yok biliceksin
Ne istediğine değil, ne çıkardığına kısmet diyeceksin.
Bazı günler her defa her defa aynı sey gelecek oltana
Bu sefer de sabredersen bu duruma,
Kazanacaksın ne şevkati ne de merhameti bitmeyen bir derya!”
Atlas Usta dili açılınca pek tabi susmazdı. Alacana sorsan hiç susmasındı zaten. Az zaman sonra devam etti :
“Yetmiş sene geçti bu sandalda
Yolumun karanlığa saplanan her noktasında
Aman sabah olmasın bu diyarda
Usul usul koybolayım bu çarşafta.
Son mısra Alacanı çok hüzünlendirdiyse de ağzını açıp tek bir kelime dahi edemedi. Başını sağa doğru eğdi ve mahsun bir bakışla baktı Atlas gibi olan ustaya.
-”Vay be ! dedi içinden. Vay be …
Demek açılıcaksan şu mavi çarşafa,
Hayran hayran bakıcaksın ufuğa ve bittabi ustana!”
En mühim mesele elbette ki yaşıyor olmak değildi.Bu şairane hayatın bir parçası olmaktansa —herkesin kendince tabii- hayatlarının şairane parçası olanları, olabilenleri kastediyorum… Ki bu benim şahsi fikrimdir arayın en güzel denizleri en güzel bakan Atlas Usta ve onun gibilerdir. Katılmazsanız oturun karşısına izleyin çarşaf gibi denizi bayılıcaksınız… En mühim mesele elbette ki yaşıyor olmak değildi. Elbette…
Mirac Aynur MEYDANİOĞLU
1 comment
Bazen Atlas Usta’ya çalarız bazen Alacan’a