Evrenin çalışma prensibi akış üzerinedir.Enerjinin yani yaşamın varlığı bu akışa bağlıdır.Baktığımız her yerde bunun kanıtları vardır.Yüksek basınçtan alçak basınca akan havayla oluşan rüzgardan enerji elde etmemiz gibi ve daha birçok örnek.Bu fiziki akışlar dışında yaşam için insanın içinde(ruhunda) de bir akış olmalıdır(“iç”ten kastım kesinlikle biyolojiyle alakalı değil,genel düşünceyle ikinci seçenek olarak insan psikolojisiyle alakalı olduğu düşünülebilir fakat gerçek ve tam anlamıyla metafiziği inceleyen felsefeyle ilgili bir kavramdır).Bu akışın yani enerjinin var olma durumu insanı sabit duygulardan,sürekli mutlu ya da sürekli mutsuz olmak durumundan alıkoyar ve insanı,davranışları önceden tam olarak kestirilemeyen karmaşık bir varlık haline getirir.
İnsanın içinde duygularını biriktirip zirveye(bu yükselti arttıkça zirveye yani güneşe daha da yaklaşan bir dağ gibidir,insan da duyguların zirvesine ulaşınca ki bu karamsar duyguların en son aşaması bile olsa bir aydınlanma yaşar)yaklaşınca,o doruk noktasında duyguları donuklaşmaya başlar(dağın yükseltisi arttıkça buzullarla kaplanması gibidir bu donukluk,bu buzullar yaşamı sınırlandırır;bir bitkinin yetişmesini veya bir hayvanın yaşamasını zorlaştırır neredeyse imkansız kılar).İşte bu donukluk akışa karşıdır.Yani yaşama karşıdır.İnsan bu duruma düşünce yaşamakta zorlanır.Herkes ve her şey hareketini kaybederken,ivme kazanan sadece kafasında dolananlardır.Dış dünyadaki akışı kaybettiğimizde yaşamak için içimizde bir akış yaratırız ve bu akış bizi karmaşıklaştırıp kendimize ait sorularımızı çoğaltır.Bizi hasta eden gidiş gelişlerin,çoğu kez anlamlandıramadığımız iniş çıkışların sebebi de budur.Ruhun yaşamı için de bir akış gereklidir tıpkı evrenin yaşamı için gerektiği gibi…