Merhaba, ben felsefe. Tanıştığıma çok memnun oldum. Aslına bakarsanız beni beyninin içinin dolu olduğunu dahi fark edemeyen ve kendi kendilerini boş beyinli zanneden insanların büyük bir çoğunluğu hiç sevmiyorlar. Bana sorarsanız ben de onların bu hallerini sevmiyorum. Düşünmekten korkan bir beynin beni boş insan işi görmesi umurumda olmuyor. Aslında biraz umurumda, birazdan daha fazla, yok yok haydi çok fazla olsun. Felsefe’nin kendi içindeki çelişkileri konuşmamda bile yansıdı. Ben çelişki doluyken kendimi size nasıl inandırırım.
Platon’un mağara benzetmesi ile işe başlayacak olsam gözünü sevdiğimin google’ı ahkâm kesmeme dahi fırsat vermeden siz cahil cühelaların da böbürlenip “biliyoruz ehehehe” demesini sağlar. Edebiyat’la sözlüydük, evlenecektik. Kayınvalidem Psikoloji, ikimiz bir arada olursak bizden bir cacık olmayacağını söyledi. Kayınbabam Tarih’in zaten sadece geçmişle alakası vardı. Yakın Tarihimizi anlattığında Edebiyat ile ben uyuyorduk. Evet, Felsefe’nin sıkıcı olduğunu düşünenler Felsefe’nin de sıkılabileceğini düşünmezler tabii ki.
Sokrates’i dövdüm. Öldürüldüğünü söylüyorlar; aldırmayın söylenenlere, Sokrates’i bilgisizliğimle ısırdım, ukalalığımla tırmaladım ve dişimin izi çıktı kanlı vücudunda. Felsefe filozofuna düşman diyemedikleri için Sokrates’in öldürüldüğünü söylediler, siz de inandınız. Aslında Sokrates yaşıyor. Çok şaşırdığınızı tahmin edebiliyorum, bunu söylerken ben de şaşırdım çünkü. Sokrates benim, senin, onun, yıldızların, ay’ın ve hatta güneş’in içinde.
Her insan Sokrates’tir. Sokrates bir insandır, o zaman Sokrates bir filozoftur; bütün insanlar filozoftur. Tümden mi geldim, tüme mi vardım? Mantığım yasta olduğu için tam olarak bilemiyorum.
“Neden bu kadar yastasın mantık?”
“Sence neden yasta olabilirim? Kuşlar beni kullanıyorlar, kuş beyinli insanların aklında bile değilim. Ne acı!”
“Ah, senin adına üzüldüm. Ben de tek çamur atılan benim sanıyordum.”
“Çamur at izi kalsın demişler, bizde de cahil cühelaların izleri kaldı be felsefe’ciğim.”
“Aldırma söylenenlere mantık, her söylenen doğru olsaydı sen olmazdın.”
“Bak, cümlenin özündeki mantığı tam yakalamadım, insan kendini yakalamak için koşar mı?”
“Yine bir araya gelince iki deli, kafamız kazanın içinde bir deli”
Mantık ile girdiğiniz yollarda aslında her daim Felsefe de var. Beni kullanmadığını söyleyen insanoğlu ne kadar da tuhaf. Ben attığınız her adımda sizinleyim, okurken, düşünürken hatta durduğunuz zamanda bile. Çünkü durmak da bir eylem peşinde koşmaktır. Sadece durduğunu sanıp hiçbir şey yapmadığını düşünen insanlar ne kadar da zavallı. Aslında durmak eylemin kendisidir, çünkü durana dek bir şeyler yapmış ve o şekilde soluklanmayı seçmişsinizdir; durmak eylemin asli yanılgısıdır. Kafanızı çorba ettiğimi biliyorum, hangi çorbayı seviyorsanız kafanız onunla dolu olsun. Edebiyat’ı özlüyorum, tam da düğün arefesindeydik biliyor musunuz? Ah işte bakın, tam da bana doğru geliyor:
“Mantık, yüzüm yandı; yanaklarım al al oldu mu acaba?”
“Oldu oldu, sen bal gibi de hâlâ Edebiyat’a âşıksın.”
“Aman Allah’ım, felsefeliğimin ne güzelliği kaldı ki Edebiyat’ın yanında? O şiirler gazeller döker, ben boş kafanın boş çalışma odasıyım.”
Tabula Rasa’ya girdiğimde sadece Edebiyat’ı düşünmekteyim ve onu Matematikle bile aldatmadım. Empirist John Locke’a “Allah razı olsun” diyecektim ki, benim ateist olduğumu düşündüler, canım yandı.
Felsefe sadece Ateistlerin işi miydi ki? Bu kadar insan nasıl oluyordu da okumadan bilmeden sadece gördükleri ve duyduklarına inanarak yaşıyordu?
“Merhaba Edebiyat, nasılsın?”
“İyiyim Felsefe, gördüğüm kadarıyla sen de iyisin; hâlâ çok güzelsin.”
“Teşekkür ederim.”
“Bir gelişme var mı hayatında?”
“Son günlerde kendimi çok boş hissediyorum; Tabula Rasa’ya girdiğim her an bu boşluğun içinde sadece seni düşünüyorum Edebiyat.”
“Ben de sensiz farklı sayılmam. Şiirlerimde secilerimde Tecahül-i Arif’imin gözü yaşlı hadiselerinde hep sen varsın.”
“Peki neden hâlâ birbirimizden ayrıyız? Yoksa insanların yersiz gururları bize de mi bulaştı?”
“Sanırım öyle oldu. Onlar bize ayak uyduracaklarına biz onlara ayak uydurduk, hay Allah bak sen şu işe!”
“Haydi edebiyat, daha fazla birbirimizin canını yakmayalım da evlenelim. Çocuklarımızın adını şimdiden koyalım hatta.”
“Oğlumuz olursa düşün olsun, kızımız olursa bilim; felsefenin aslı tam da senin adın.”
“Çok fedakârsın, peki ikizlerimiz olursa?”
“Bir elmaya iki diş sığar mı be hayatım? Ben Edebiyat, sen felsefe. Sen boşluk, ben hoşluk; ikizlerimiz olursa onlar da boşluğun içindeki hoşluk olurlar en fazla. Biz insanlara güzellik getirelim hatta hemen şimdi tut elimden; sen bana, ben sana güzellik katarken onlar da sevinsinler.”
“Bana bir şiir yazar mısın sevgilim?”
“Felsefe felsefe dedim, kendi başımın etini yedim; bunca boş insana boş düşünceydi, ah ben edebiyat ne halt ettim!”
“Aa çok ayıp, yaza yaza bunu mu yazdın bana?”
“Güzelim, felsefeye yazılabilecek tek dörtlük bu olur ancak.”
“Aa bak kimler geliyor?”
“Kim onlar?”
“Ben söylemem, sen bul. Her şeyi de ben söyleyecek değilim ki be canım; felsefe söylemek değil anlamaktır.”
Dilara AKSOY