“Görmeyeli ne çok büyümüşsün, görmeyeli ne çok oldu seni” dedi çocuk; kadına, kadını görmüş değildi henüz daha, görmeme durumu devam ediyordu. sadece aradığında diyecek bir şey bulamamıştı. soramıyordu neden aradığını da. uzun zaman olmuştu halbuki, artık unutmaya yüz tutmuştu sesini. “nasılsın” diyebildi kadın sadece. kadın bir kuru “nasılsın” dedi ve bununla yetindi. çocuk hala çocukluğunun verdiği heyecanla olgunmuş gibi davranamıyordu kadın gibi. “iyi değilim” dedi çocuk büyüyen kadına. “sen?” dedi kendini zor tutup halbuki içinden neler diyordu. kadın “iyiyim” dedi. sormuyordu da nedenini biliyordu çünkü kadın. kadına “görmeyeli ne çok büyümüşsün” dedi. görmeyeli kadın çok büyümüştü. onlardan dediklerinden olabilmişti diğer bir biçimde basit yaşayabiliyordu artık hayatını çocukla alıştığı basitliğin aksine. “evet” dedi kadın “eminim sen de çok büyümüşsündür”. çocuk sadece “bıraktığın yerdeyim” diyebildi. kadın büyümüşlüğünün ve olgunluğunun verdiği bilinçle yine duymazlıktan gelmişti. dostane bir tavır takındı yüzüne ve ses tonuna da yansıtmaya çalışarak “İstanbul’dayım kısa bir süreliğine görmek istiyorum seni” dedi. çocuk, çocukluğunun verdiği doğallıkla sevincini saklayamadı. böyle davranmaması gerektiğini düşündü sonra bir nebze de olsa kızıyormuş gibi yapabilmeliydi. insan ayna misali ne kadar doğru olmadığını bilse de karşısındakini kendisi gibi görmeye devam ediyordu. “olur elbet” dedi neşesini saklayamadığı bir ses tonuyla. telefon kapandı. bir sonraki gün gelip çattı, çocuk uyumamaya alışıktı uyuyamamıştı yine bayram telaşındaydı sanki en güzel giysilerini aradı kıyafet yığınlarının içinde. sakal tıraşı bile oldu. bayram namazına geç kalmak, çocuğun en büyük korkusuydu. bayramlardan, şekerlerden, eli öpülecek yaşa gelmesine rağmen el öpmekten vazgeçemiyordu. hayatının insanlarla geçen nadir günleri bayramlardı dertsiz, tasasız. sonra bir bir azalmaya başladı insanları. dedesi gitti önce sonra hiç sevemediği amcası, uğruna ölebileceği babası, sevmeyi öğrendiği annesi, dostluğu tanıdığı ablası. hepsi bir bir gitmişti o hep o günde kalmıştı. bayram namazı uzun kuyrukların olduğu, bayram selamlaşması saatinde. orada kalmayı istemişti, çok istediğinde oluyordu bir şekilde. bazen gerçekten bazen rüyalarında. kadına küçük bir gül koparmıştı komşusunun bahçesinden, komşu teyze terlikle kovalamıştı onu, ama olsun değerdi, öyle istiyordu çünkü. kadın tekrar aradı ve yerini söyledi çocuğa. çocuk neler anlatacağını geçiriyordu kafasından.kafasından geçenlerde ona kızabiliyordu kararlıydı dile dökmeyede. kadını gördüğünde yanına gidemedi bir süre, vazgeçmeyi düşündü. geri döndü, tekrar geri döndü. sonra tekrar sonra tekrar… bu sırada kadın çocuğu görmüştü. gördükten sonra artık dönüşünün olmadığını anladı çocuk. okul müdürünün odasına ceza almaya gider gibi tereddüt ediyordu. adımları küçülüyordu yaklaştıkça kadına. kadın anne şefkatiyle ona sarılmıştı, sevmeyi öğrendiği annesinin kolları gibiydi bu kollar. cemal süreya geldi aklına önce öp sonra doğur beni diyordu o . çocuk ise önce doğur sonra öp beni diyordu içinden. bir annenin sevgisi kadar kuvvetli sev beni diyordu kadına gözleriyle sonra nasılsa ben seni öperim o zaman da biz oluruz. olağan muhabbetler ediliyordu neler yapıldığı nelerin değiştiği hayatlarında, çocuk bırakıldığı gibiydi. kadın da aynıydı, ama çocuk görmeyeli çok büyümüştü kadın. “görmeyeli ne çok büyümüşsün” dedi kadına yine çocuk, aklından geçirdiği tüm cümleleri silmişti. kızamıyordu kadına çoğu zaman da hak vermişti zaten ona. çocuk yine aklına cemal süreya’yı getirmişti. bu sefer cemal süreya çocuğa “bir kadın hatırladı sonuna kadar beyaz bir kadın açtı pencereyi sonuna kadar bir kadın kim bilir kimin karısı” diyordu. kadınla yürümeye başladılar çocuğun kafasında hala cemal süreya. yıldızlara basıyor sanıyordu çocuk kendini, az evvel yağmur yağmıştı çünkü. kadına dönüp soru sorar gibi “önce doğur sonra öp beni?” dedi.