Karton bardakta ki çay kadar lezzetsiz hayat. Kaç şekerli içersen iç o acı tat geçmez. Ağzının içinde bir yerlerde durur. Ta ki lezzetli bir şey yiyene kadar. O da yiyebilene tabii.
Benim adım Efrullah. On üç yaşında ayakkabı boyacılığı yapıyorum sekiz yaşımdan beri. Tezgahımı eski ayakkabı boyacısı şimdi ki simitçi Kör Apti’den aldım yüz liraya. Kazancımın yarısını Apti’ye vererek borcumu bitirdim. Annem ” kimseye boçlu kalma yoksa yaşarken öldürürler seni suatına borcunu isteye isteye ” diyerek beni teşvik etmişti. Müteşekkirim anneme.
Sapanca çarşısında dolanırım hergün. Akşamları ve haftasonları da sahile inerim. Çünkü çok kalabalık olur sahil. Sapanca Gölü, erik ve gözlemesiyle çekici rahat bir tatil yeridir. Ama genelde kıraathanelere girer çıkarım veya kendime bir yer bulur tezgahı açarım. Amcalar ve dedeler kunduralarını boyatırlar en çok. Gençler ise spor ayakkabılar yüzünden bana göz ucuyla bile bakmazlar. Turizm fakültesi açıldığından beri öğrenci sayısı git gide arttığından çok sık olmasa bile okulun oraya sotelenirim. Geceli gündüzlü binlerce öğrenci girer çıkar. Ama ben yine de pes etmem çok fazla ekmek çıkmasa da yanlarına gider ” boyayayım mı ağbi? ” derim.
Okumak güzel bir şey. Ama burada ki öğrencilerin çoğu ortam için geliyormuş. Ne yazık! Bir gün tezgahı üniversitenin karşısında ki meydana açtığım zaman kızlı erkekli bir grup yanaşmış resmimi çekiyorlardı ben de o ara Tolstoy’un İnsan Ne İle Yaşar? kitabını okuyordum ve fark etmemiştim geldiklerini. Konuşması peltek olan ben kadar esmer olan erkek
” Vay kardeşim helal olsun sana ya ” diyerek üç numara tıraşlı başımı okşayıp yanımda ki boş banka oturmuş bir sigara yakmıştı.
Kıvırcık saçlı, kırmızı dudaklı kız ise yanıma çömelip
” Kaça gidiyorsun sen? ” demişti. Okulu üçüncü sınaftan sonra bıraktığımı söylediğimde ise diğer uzun lapiska saçlı kız
” Aaa neden? ” diyerek gerçekten mi yoksa numaradan mı üzülerek sormuştu anlayamamıştım. Yine de
” Babam inşaatta çalışırken düştü ve öldü. Ben annem ve üç kız kardeşimle yaşamaya başladık. Okul için masraflar gerekiyordu. Kardeşlerim için de yiyecek giyecek gerekliydi. Annem de ev temizliğine giderek bunların hepsini karşılayamıyordu. Ben de anneme destek için çalışıyorum. ” diyerek cevap vermiştim.
Yanımda çömelen kız bana sıkı sıkı sarılmıştı bir anda. Geldiklerinden beri hiç ağzını açmayan oldukça uzun boylu erkek ise bankta oturan arkadaşına dönüp
” Görüyor musun lan çocuğu? Örnek al azıcık. Yıllardır buradasın bir bitiremedin okulu. Hep baba parası ye zaten. ”
” Ne yapayım be oğlum ortam iyi bırakamıyorum yoksa ne işim var benim burada. Takılıyorum işte. ” dedikten sonra sigarasını yere atıp ayağa kalkarak ezdi. Sonra arkadaşlarına
” Hadi börek yiyelim şurada ” diyerek yürümeye başladı. İlk giden uzun boylu erkek oldu. Yanımda çömelen kız sıcak avuç içi elini boyadan siyahlaşan elime koyarak
” Sen de yemek ister misin börek? ” diye sordu. Ben hayır dedikten sonra ayağa kalkıp cüzdanından yirmi lira bıraktı tezgaha.
” Bunu al abla ben dilenci değilim. Ayakkabı boyacısıyım. Eğer ayakkabını boyatacaksan boyatırsın yoksa bu paraya ihtiyacım yok. ” diyerek bir hışımla kalkıp tezgahımı omzuma asıp gitmiştim. Ben dilencilik yapmıyordum çünkü. Kimse benim hayatım yüzünden bana acıyarak para veremezdi. Boyardım ayakkabı para üstünü bırakan bırakırdı hepsi buydu.
” Ne yazıyorsun yine lan? ” diyen Apti’nin sesiyle defterden kafamı kaldırdım. Şehit Albay Güner Ekici Parkı’nda açmıştım tezgahı bugün. Koluna taktığı içi yerı dolu simit sepetini yanına koyup yere oturdu. Ardından cebinden buruşuk sigara paketinden bir tane çıkarıp yaktı. Ben de defteri kapatıp tezgahımın boş kısmına okuduğum Hakan Günday’ın Kinyas ve Kayra kitabının üstüne koydum. Önümüzden geçen insanlara baka baka sigarasının dumanını üflüyordu kör Apti. Sorduğu sorunun cevabını beklememiş olacaktı ki bir daga ilgilenmedi o soruyla
” Nasıl işler Apti? ”
” Kesat bugün işler. Saat öğleni geçti daha yarısını zor sattım simitlerin. ”
” Ben de çok iş yapamadım. Yarın haftasonu o zaman iş olur. ”
” Olursa iyi olur yoksa babam beni öldürür. Üç gündür az para veriyorum diye bir posta tokatlıyor. ”
Apti ayyaş bir babaya sahipti ve babasının bir gece sarhoş gelip Apti’yi dakikalarca dövmüş ve bir gözünün görmemesi de bu yüzdenmiş. Sigarasını bitirince ayaklandı ve sepeti koluna geçirip
” Akşam perili eve gel. Biraz muhabbet edip gideceğiz evlere. ” diyerek arkasını döndü ve simitçi diye bağıra bağıra gitti. Ben de kaldığı yerden hikayeyi yazmaya devam edecektim ki oldukça parlak siyah bir kundura tezgaha kondu. Janti takım elbiseli bir adam afili güneş gözlükleriyle
” Boya bakalım çocuk. ” dedi. Boyayı ve süngeri çıkartıp işime koyuldum nasılsa işim buydu. Ayakkabısını boyatan kendini kral boyayanı da amelesi zannederdi. Bir nevi de kevaşelik yapan kadınlar gibiydi bu iş. Sesini çıkarma müşterinin ihtiyacını karşıla al paranı. Senin ne hissettiğinin bir önemi yok. Bizim gibi mecburi hayat yaşayanların tek seçeneği. Bizler her şeyi olanların hiçbir şeyiyiz. Bizler çocuklarına ” okumazsan sen de ayakkabı boyarsın ” diyerek gösterilen olumsuz örneklerdik. Bizler hayatın tekmesini yiyenleriz. Ve hayatın tekmesine cila gerekmez.
” Tamamdır ağbi bitti. ”
” Al bakalım üstü kalsın. ”
Akşam çöküyordu yavaştan son karton bardakta çayımı da içip tezgahı toparlayıp omzuma asarak evin yolunu tuttum.
Eve varınca tezgahı kapı girişinin yanına bırakıp içeriye geçtim. Annem mutfakta kardeşlerim ise mahalleden verilen oyuncaklarla oynuyorlardı. Beni gördüklerinde üstüme çullanan kardeşlerime aldığım çikolataları verdim ardından da annemin yanına gidip ufak tüpte kaynattığı tarhana çorbasının kokusu eşliğinde kazandığım elli lirayı verdim.
” Ben çıkıyorum anne. Aptilerle perili evde buluşucaz. ”
” Ee oğlum yemek yeseydin ilk aç değil misin? ”
” Yok anne değilim bugün sağ olsun taksici ağbiler yemek ısmarladılar bolca yedim. Hem Apti de kalan simitlerini getirmiştir onları da yeriz. ”
” Peki oğlum geç kalma tamam mı? ”
” Tamam anne kalmam. ” diyerek çıktım evden. Karnım açtı ama annemin yaptığı çorba anca anneme ve kız kardeşlerime yeterdi.
Perili ev arka mahalledeydi. Aslında ev çok eski bir ahşap evdi. Yıllardır kimse kalmayınca ve tamirat yapılmayınca kırık pencere, çatlak duvaları, ve gıcırdıyan zeminiyle bu mahallede -ki bu mahalle Apti’nin mahallesi ve perili ev lafı da ondan çıkma- bulunan çocuklar tarafından söylenmişti. Bu eski eve ilk Apti adım atmıştı ve mahallesinde korkusuz bir kahramandı. Oldukça korkunç hikayelerle çocukarı korkutur ve bazılarını yaşadığını söylerdi. Hikaye uydurmada oldukça kuvvetli bir zihni vardı. Ve herkes Dede Korkut masalı dinler gibi dinlerdi.
” … sonra bir baktım arkamda tek gözü olmayan ve siyah bir bantla kapatmış korsan tarzında bir hayalet. Bana dedi ki ‘ eğer bu evi terk etmezsen seni de hayaletler diyarına götürürüm ‘ tabii ben korkmadım ve ona ‘ burası bana ait ve beni asla yenemezsin ‘ ardından şılak diye kılıcını çekti ve … ”
Ben içeriye girince gıcırdayan parkeler yüzünden birkaç çocuk korktu ve Apti de anlattığı hikaye kesildi.
” Neredesin be yazar hikayenin sonuna geldin. ” dedi ve ardından bir sigara yaktı ben de yanına oturdum ve yanına getirdiği simitlerden bir tanesini alıp yemeğe başladım. Sigarasından üç dört duman çekince devam etti hikayesine
” Nerede kalmıştım? Heh kılıcını çekti ve üstüme gelmeye başladı ve ben de bir sağa bir sola kaçmaya çalıştım. Odanın kapısını kilitlemiş hayalet çıkamadım odadan. En sonunda sinirlendim birden eline vurdum kılıcı yere düştü bir kıvrak hareketle kılıcı yerden alıp korsan hayaletin diğer gözüne sapladım ve hayalet yok oldu birden. ” hikayesi bitince sigarasının kalanını da seyircilerinin korku şaşkınlık dolu ifadelerine baka baka tüttürdü. Yaşça bizden küçük olanların gözleri büyümüştü. Diğerleri ise tam inanmamakla birlikte yine de acaba diyen yüz ifadeleriyle oturuyorlardı. Elimde ki simit bitince Apti’ den bir sigara alıp tüttürmeye başladım.
” Ne olacak böyle Apti? ”
İkinci sigarasını içitği sigaranın ateşiyle yaktıktan sonra bağcıkları sökük spor ayakkabısının altında ezdi. Ağzından dumanlar çıkarak
” Ne ne olacak? ”
” İşler. Başka bir iş bulmam lazım. Seneye Ayşe ile Gülbin okula başlayacak ve defter, kitap, çanta, önlük gerekecek. Boyacılıkla olmaz bu iş. Zaten kimse artık boyatmıyor ayakkabı. Bana da simit tezgahı ayarlasana. ”
” Ben de kazanamıyorum ki oğlum. Ulan bugün ta Kırkpınar’a kadar yürüdüm. Orada ki simitçilerle atıştım. Ama hepsini yine satamadım. Eve gittim peder uyuyordu parayı bırakıp çıktım geldim buraya uyandığında beni görmesin de tokatlamasın diye. Birazdan çıkar evden sabaha karşı gelir o ara da ben çıkmış olurum bu gece ağrısız bir uyku çekerim. Kusura bakma yani yazar simitçilikte de çok iş yok. ”
Sigaramın izmaritini kırık pencereden son kuvvetimle fırlattım ama pencerenin kenarına çarpıp içeriye dağılarak düştü. Bir hışımla kalkıp sigaranın üstünde sinirle tepinerek dönüp bağırdım ve sesim ahşap evin içine yankılandı
” Bu hayat neden zor lan Apti?! ”