Aynayla barışmamızı kutluyoruz. Artık dimdik yürüyorum, geçmişe dair hesabımı kapattım. Geçmiştekiler kendi hesaplarını bir paçavra gibi ödeyerek çıktılar kapıdan, meğer ne çok alacak verecek hesabımız varmış. Söylemeyi unuttum, unutmayı da söyledim. Her şeyi sipariş ettim, hayat öyle cömertmiş ki bir güne kalmadan, saatler içerisinde mükâfatımı verecekmiş, mutluluğun koynunda yatıracakmış beni, bir de güzel ninni söyleyecekmiş, oh!
Öyle dik duruyorum ki, kavak ağacı beni acayip kıskanıyor. İstediği kadar uzun olsun, canımın içi, benim bu güzelliğimle yarışmanın tadına bencil kokoş insanlar gibi varamaz oluyor.
Ağaçlarla bir hesabım yok benim. Hayatla da. İnsanlarla da yok. İnsancıklarla gizli saklı, kıyıda köşede kalmış, gözünü morartmak isteyip morartamamış bir geçmişimiz var. Herkes kendini pek bir kıymetli sanmış gönül sarayımda. Lâkin o tahtın sahibi benim, yüreğime oturttuğumu, indirmesini de bilirim.
Ayna bana sırılsıklam âşık. Başka sevdalılarım da var, bedenime sarılıyorum. Her yanım aşkı müjdeliyor. Kendime olan aşkımla megaloman, kendini beğenmiş budala unvanını bana şimdiden yakıştıracak olanları saygıyla selamlıyorum.
Yılları unutmadım bir tek. Şimdi beni dimdik tutan bedenim o vakitler çökmüştü. Sevgi dolu kalbim, ikiye ayrılıp parçalara bölünmüştü. Ben bunu unutmadım işte. İsmi lâzım değil deyip, yalan makinesine hapsettiğim yalancılar kendilerini pek bir kıymetli bulmuşlar.
Küçük kalmak boy ile olmaz. Boyum kısa, ben büyük bir insanım. Yaşımı katmadım hiç, olgunluğu attım bir kenara, en deli dolu çağlarımdayım. Niçin deli gibi gülmeyecekmişim ki? Niçin salıncakta sallanır gibi düşlerimi sallamayacakmışım ki?
Öyle dik duruyorum ki, her yanımda sivrisinekler, telâşlılar. Bu mevsim onlara göre değil.
Haydi canlarım, bakın kış geldi. Benim mevsimim her daim yaz olsa da, size hazin bir kış ‘Merhaba’ dedi.
Biraz da siz çekin bakalım. ‘Allah çektirmesin’ demeyeceğim, her insan kendi kaderini nakış gibi işler, seçimlerin deryasında gizlidir en sinsi gülüşler. Kahkahalarımı duyuyor musunuz? Sizleri başarılarımla dövmeye geliyorum. Hayat ahtapot gibi, her yerden sarıp sarmalıyor beni.
Aramızı bozmanıza izin vermeyeceğim gülcemâline vurulduğum sadık bekçilerim!
Ben bu gece sizi dövmeye geliyorum. Alnım açık, yüzüm de pak. ‘Sevgi mi dediniz?’
Siz onun baş harfini dahi bilmezsiniz. Sitemlerimin işleri varmış, müsait değiller. Başka bir zamanda bol keseden atmalarınızla birlikte onu da gün yüzüne çıkarırız.
Anlaşma anlaşmadır. Şimdi kameraya el sallayın.
Sen Bay S. Adın lâzım mı?Alın yazın beni söylüyordu, diyordu ki; Bayan D, bir gün ettiğin lafların turşunu kurup her biriyle evlendirecek seni, o vakit anlayacaksın, bir insanı küçültmenin gün gelip devran döndüğünde seni nasıl beter edip ezdiğini…
Sen ismi lâzım değil dediğim; yani dünüm, haberin olsun seni bugünümle aldatıyorum.
Hayat şarkı söylüyor, geçmişimde kalmış bencil sevecenlerin hayatlarını morartıp, ben de geliyorum.
Bekle beni hayat, bilirsin şarkıların nakarat kısımlarını en iyi ben söylerim. Sen söyle, çal, ben de kısa bir zaman sonra sana eşlik edeceğim.
Güneş birazdan ikimize birden eşlik edecek. Gece deyip geçme; yüreğine sevgi biçen sen ile ben, güneşin tılsımında aşkla birbirimize eşlik edeceğiz.
Bu kadar da berbat mı sandın planlarımı? Sen söylemeye devam et hayat, o güzelim şarkılarını; yarın sabah güneş yalnızca ikimizin olacak.
İntikam mı dedin? Yoo, ben bunu kabul etmiyorum. En asil intikam unutmaktır.
Unutmalara devrettim hakkımı, dipsiz kuyularda geçen o güzelim gençliğimi çöp konteynırında buldum, pisliğin biri atmış oysaki. Bir baktım, ah kediymiş!
Kediler nankör olurlar. Beslersin, seversin, bir de bakarsın ipliğini pazara çıkarır gibi her yanını nankörlükle doldurmuş.
Kedileri sevmem. Kedi gibi insanları ise hiç sevmem. Haydi bana yeni bir şarkı öğret hayat, inleyen nağmeler ruhumuzu sarmasın.
Aşk dolu bahçemizde güller açsın. Kokulu öpücüğüme boğarım seni, aşkımdan nefes bile alamazsın. Güldün mü hayat? Bırak da biraz geçmiştekiler ağlasın.
Dilara AKSOY