MAVİNİN KOKUSU
KANLICA, Hazan.
2014
“Umulmadık bir sabahın daha ayazında yüreğim.
Ara sıra vuran güneşli yağmur, yokluğunun avuntusu mudur bilinmez bu sabah.”
Bu sözleri masanın üzerinde tozlanmaya boyun eğmiş pembe beyaz benekli bir kağıda yazıp evden çıkmak için kapıya yeltenmişti yaşlı kadın.
Dışarıdan merdivenin başına kadar gelen korna seslerine, çocuk bağrışmalarına kulak verdi. Birkaç saniye sonra onlarda yitirilince yanı başında ki sessizlik çınlattı kulaklarını. Kimsesiz yaşadığı bu evde tam 10 yıldır bu denli bir sessizlik işliyordu içine. Her yokluğu, her terk edilişi fırsat biliyordu bu çınlamalar.
Radyodan emekli olduktan sonra memlekete taşınmış, baharın cilveli yağmurunu her sabah bu küçük penceresinden selamlıyordu.
Biraz daha başını dışarıya çıkarınca yüzündeki her çizgiye acımasızca çarpardı damlalar. Yazın getirdiği bu baharla ve onunda beraberinde getirdiği bahar yağmuruyla doyum olmaz bir hal alıyordu Kanlıca.
Yıllar önce çok ünlü bir radyo programcısıydı Hazan Teyze. “Hazan’dan Döküntüler” adlı radyo programı lise çağlarında kurma hayali ile birkaç deneme yaparak işe başlamış ancak hüsranla sonuçlanmıştı. Ne tuhaftır ki; yıllar sonra babasının ölümünün ardından ona kalan miras ile küçük çaplı bir radyo programı kurmuştu. Daha sonra işleri büyüterek, Kanlıca’ nın en gözde radyo programcısı olmuştu. Şimdi ise bir zamanlar geç saatlere kadar sesiyle hükmettiği Kanlıca’ ya küçücük mavi pencereden bakan bir çift göze hapsolmuştu.
HİKMET BEY
KANLICA’ DA KÜÇÜK BİR KÜTÜPHANE
2014 (BARAKA)
Alabildiğine denizi izlerken, omzuna dokunan soğuk bir elle irkildi Hikmet Bey. Yıllarının vazgeçilmez dostu Arif’ti bu. Zaten ondan başkası, denizin uğultusuna kapılıp giden Hikmet Bey’i omzuna dokunup da Dünya ‘ ya döndürmeye cesaret edemezdi.
Yıllar önce tam da bu sahilde tanışmışlardı. Hikmet Bey’in cankurtaranlık yaptığı zamanlarda gözleri suda kaybolmak üzereyken tutup çekmişti onu. Kadim dostu Arif Bey, bir o yana bir bu yana sallanıp duruyordu denizin üzerinde. Yıllar geçmesine rağmen, Arif Bey’e kalsa yapılan iyiliği halen ödeyememiştir belki de.
O gün, Arif Bey için korkunç bir ölümden dönüşten başka bir şey hatırlatmasa da, yılların inatla eskitemediği Hikmet Bey için yeni bir başlangıcı ifade ediyordu aslında.
Arif Bey ona her zaman Hazan Hanım’ı hatırlatırdı. İlk aşkı olan Hazan Hanımla da tıpkı kadim dostuyla tanıştığı gibi tanışmışlardı. Sanki yıllar önce o zamana kadar yarımdır Hikmet Bey. Diğer yarısının bir yarımını Arif Bey’i bulunca, kalan parçasını da Hazan Hanım’ı bulunca tamamlamıştı.
Bu dinlerken ne kadar iç açıcı olsa da maalesef yıllardır diğer yarısının bir yarısı yoktu yine. Tuhaf bir yokluktu bu. Alışılmıştan da öte yerinin doldurulması imkansıza denk…
KANLICA 1980
HAZAN HANIM
“Ve o mavi.
Nasıl bir renktir bu. Maviyi ilk defa içime böylesine işlerken görüyorum.”
Saniyeler önce boğulmaktan kıl payı kurtarılmıştı Hazan. Gözlerini açar açmaz aşık olmuştu mavinin alacalı tonuna.
Saatler sonra Hazan, denizin üzerinden geçen yorgun martıları sayarken Hikmet yanına yavaşça oturup güzel bir şiir okuyunca tanışıp aylar sonra da epey kaynaşmışlardı.
Radyo programcısıydı Hazan. Dinleyenleri arttıkça Kanlıca’ nın en meşhur radyo programcısı olmuştu. Gündüzleri güneşi beraber selamlarken akşamları da Hikmet’in canlı yayına bağlanıp birbirinden güzel şiirlerini okuduğu geceyle son bulurdu.
Yıllardır aramakla meşgul olduğu ama tam hayattan kopacakken gelip kendisini bulduğu andan itibaren anlamıştı ömrünü onunla paylaşacağını Hazan.
Her gece birbirlerine şarkılar yolluyorlar, şiir okuyorlardı. Kanlıca’ nın gelmiş geçmiş en masum aşkıydı onlarınki. Hazan sevilmenin enlerini tadarken, Hikmet ona baktıkça doğacak çocuklarını görüyordu.
Ah be zaman, nelere kadirsin sen!
Garip bir sessizlik geldi aylar sonra. Hazan hala radyo da ilk aşkına şiirler kurban etse de Hikmet onları dinlemekten vazgeçmişti. Hafta da birkaç kez arıyor, öyle ara da bir görmeye geliyordu. Aşkından aradaki soğukluğu görmemeye çalışan Hazan, ne kadar kendi içiyle boğuşsa da bu savaşı kaybedip Hikmeti’ ni o ilk karşılaştıkları yere çağırdı. Dakikalar sonra geldi o beklenen mavinin en güzel tonu. Sarılmak istedi Hazan fakat itilen elle beraber geri çekti kendini.
Sessiz bir dalga esintisi vurdu önce her ne kadar aralarındaki soğuk kasveti dağıtmaya yeterli olmasa da.
Hazan’ı mutlu edemediğini, ona yeteri kadar huzuru sağlayamayacağını, belki de bir gün bu aşktan vazgeçebileceğini söyledi alacalı mavinin sahibi.
İlk önce yere düşen parçalarını topladı bu aşkın en yaralı tarafı. O sessizlik şuan bütün insanlığın en yıkılmış kadınına aitti.
Huzurdan önce aşk gelirdi. Aşk ile mutlu olurdu Hazan. O zaman niye yıllardır beklediği adam kılığında gelmişti ki? Neden alacalı mavisi içime bu kadar işlemişti? Neden ona bu kadar çok benziyordu? Nasıl da bu denli ona ait hissediyordu kendini.
HAZAN
1990, KANLICA
Kalabalık bir yaz gecesiydi o dakikalar. Aldığı nefesin sesi bile dokunuyordu Hazan’a. İçindeki burukluktan mıdır bilinmez ama bir garip olmuştu içi. Ayrı bir kimsesizdi sanki o gece, hatta bunu ısrarla cama vurularak çıkarılan tıkırtıdan sonra hissetti. Ve yine sessiz gecelerin kahramanı o kedi.
Bu sessizlikte iyice boğulacağını anlayan Hazan, sabahın göz tırmalayan ilk ışıkları ile beraber terk etmişti kimsesiz kalabalığını. Ondan başkası ağır gelmiyordu Kanlıca’ ya.
Ankara’da ki teyzesine gidiyordu Hazan, amacı bütün mavilerden uzak olmaktı. Gökyüzüne hiç bakmamış olmalı ki, otobüs garajında bir rahatlama gelmişti yüzüne. Haberi yoktu belki de ama mavi onun kaderiydi. Kendi payına düşenden kaçamazdı.
(6 ay sonra)
ANKARA
Klasik bir radyo programı daha her zaman o beklenen telefonun gelmediği hatta o beklenen adamın dinlemediği ama ona anlatılıyormuşçasına hüzünlü bir ses tonuyla bitmişti. Dünün aynısı dedirtecek bir gece Hazan’ ı bekliyordu o zaman. Bunu algılamak çok da zor değildi.
KANLICA
2004
Zaman deden şey kesinlikle kanatları olan vampirdi. Yıllar geçmişti ve Kanlıca’ nın sesi artık arşivlerine kaldırılan Hazan Hanım yuvasına geri döndü.
Bavulunu bırakıp biraz cesaret topladıktan sonra sahile koştu yorgun bedeni yılların verdiği ağırlıkla. Ve gece yine hüsranla son buluyordu. Hikmet Bey de Kanlıca’yı terk etmişti.
(10 YIL SONRA)
“Umulmadık bir sabahın daha ayazında yüreğim.
Ara sıra vuran güneşli yağmur, yokluğunun avuntusu mudur bilinmez bu sabah.”
Bu sözleri masanın üzerinde tozlanmaya boyun eğmiş pembe beyaz benekli bir kağıda yazıp evden çıkmak için kapıya yeltenmişti yaşlı kadın.
Dışarıdan merdivenin başına kadar gelen korna seslerine, çocuk bağrışmalarına kulak verdi. Birkaç saniye sonra onlarda yitirilince yanı başında ki sessizlik çınlattı kulaklarını. Kimsesiz yaşadığı bu evde tam 10 yıldır bu denli bir sessizlik işliyordu içine. Her yokluğu, her terk edilişi fırsat biliyordu bu çınlamalar.
Radyodan emekli olduktan sonra memlekete taşınmış, baharın cilveli yağmurunu her sabah bu küçük penceresinden selamlıyordu.
Biraz daha başını dışarıya çıkarınca yüzündeki her çizgiye acımasızca çarpardı damlalar. Yazın getirdiği bu baharla ve onunda beraberinde getirdiği bahar yağmuruyla doyum olmaz bir hal alıyordu Kanlıca.
Yıllar önce çok ünlü bir radyo programcısıydı Hazan Teyze. “Hazan’dan Döküntüler” adlı radyo programı lise çağlarında kurma hayali ile birkaç deneme yaparak işe başlamış ancak hüsranla sonuçlanmıştı. Ne tuhaftır ki; yıllar sonra babasının ölümünün ardından ona kalan miras ile küçük çaplı bir radyo programı kurmuştu. Daha sonra işleri büyüterek, Kanlıca’ nın en gözde radyo programcısı olmuştu. Şimdi ise bir zamanlar geç saatlere kadar sesiyle hükmettiği Kanlıca’ ya küçücük mavi pencereden bakan bir çift göze hapsolmuştu.
Aylardır kırgınlığından sahile uğramayan Hazan Teyze olabildiğin cesaretiyle o aşk kokulu sahile indi.
Çoktan küllenmiş aşk, gördükleri karşısında devasa bir şekilde yeniden alevlendi. Aşkın en kötü yanı da küçücük bir kıvılcımla dahi olsa kocaman bir şehri yakacak aleve dakikalar sonra ulaşmasıydı.
Sanki her şey aynıydı. Önünde kocaman kenarları dantelli pembe perdeli, çatısından sarmaşıklar sarkan, “Hazan’ ın Döküntüleri” adlı bir baraka duruyordu. Sevdiği bütün kitapları, şiirleri derleyip şirin bir kütüphane yapmıştı barakasını Hikmet Amca. Soranlara giderken Hazan’ımın döktükleri bunlar dermiş. Aslında yanılmış olsa da Hazan’ ının mutluluğu için ondan vazgeçen Hikmet Amca yıllar sonra pişman olup ardında kalanları biriktirmeye başladı. İkinci baharda da olsa kavuşmuşlardı.
Mavi, Hazan Teyze’nin kaderi olmuştu.
Kaderden asla kaçılmazdı.
Ah zaman, nelere kadirsin sen !
AYŞENUR FIRAT