Mürekkep, aktığına hüzün kokuyorsa şayet, kefeni kağıt olan kalem de ağlar. Ağlar ya! Hem de ne ağlar!
Nun! Kalem’in üzerinde bir vebal. Hesabı sorulur, Divan-ı Kübra’da. Kelimelerin hakkı sorulur. Gözlerin, sözlerin… Kulakların hem. Hakkı sorulur. Kâtipliğe soyunmuş bir el, dokunursa kaleme… Vallahi hakkı sorulur.
Ekim ayının edebiyata dair ikliminden söz açılınca dost meclisinde… Sözün hakkı sorulur. Çay şahit, kahve şahit. Çayı ikrâm eden sâki şahit! Hakkı sorulur.
Geldiğimiz yer, takdirde olsa da zinhar; atılan adımın şiddetince hakkı sorulur!
Gittiğimiz belde, ıssız olsa da gurbet; sılanın bir vakit hakkı sorulur!
Bir yağmur yağmış da ıslanmışsa saçların, ıslanmayandan hakkı sorulur!
Bir çocuk düşmüşse dizlerinin üzerine ve kanıyorsa buram buram, çırpmayan kanadın hakkı sorulur!
Yorulmuşsa da bir zihin aydınlıktan, karanlıkta kalanın hakkı sorulur!
Bir damla süt, içinde kar eritmişse şayet; arının balında kalan yağmurun hakkı sorulur!
Yüreğinde kanayan bir yara varsa şairin, ağlamayan çilenin hakkı sorulur!
Ziyanlardan ötede bir şey olmuşsa eğer suyun demi, çayda kaynayan zerrenin hakkı sorulur!
Sesini arayan bir deliye gülmüşse ağızlar, delinin inleyen ah’ının hakkı sorulur!
Bir gaflet deyip de yemişse meyveyi Âdem, üzerine yük sarılan Havva’nın hakkı sorulur!
Kendi vicdanında ölmüşse Kâbil, aradaki asırlara aldırmadan ölen ve hâlen ölen Hâbil’in hakkı sorulur!
Şehrin içinde almışsa başını bir kavim ziyan sofralarda, o şehrin tâ ucundan gelip de seslenen adamın hakkı sorulur!
“uykudan hayırlıdır” deyip de seherde çağıran sesin, uyanmayan gözden…
En önce, ilk önce hani… “oku” deyip de başlayan emrin, dirilmeyen algıdan… Hakkı sorulur!
Şimdi avun ey gönül şehirlerinde! Büyük zannettiğin dairelerinde…
Vallahi sonsuz Kâinat’ın hakkı sorulur!
ARSLAN KARADAYI 16:58 11 EKİM 2014 ESKİŞEHİR