Herkesi özlüyoruz nefes almaya devam ettiğimiz sürece. Kah sevgilimiz oluyor bu filmin baş rolünde kah ailemiz; bazen yakın bir dosttur özlemimizin sebebi bazense bir arkadaştır akla düşen. Bunların, eğer mümkünse, çözümü olur genelde. Ailemiz ise mesela özlediğimiz, ziyarete gideriz. Sevgiliyse görülmek istenen, bir kahveye davet ederiz, uzak bir şehirdeyse yanına gideriz. Bir arkadaşsa yine özlenen, bir ‘alo’ya bakar ucu, arar sesini duyarız. Peki, ya göç edense özlenen, o zaman ne yaparız?
Günlük hayattaki yaşayışımız gereği birçok şey önemlidir bizim için. Misal, iş ve aile hayatı olsun, kiminle tartıştıysak bunu kafaya takarız zaman zaman. Kalbimiz kırıldıysa çabuk tamir olunmaz gönül denen yer. Kalp kırdıysak kolay kolay toplayamayız kırıkları. Bunlar hayattayken biz veya karşımızdaki, önemli olan vaziyetler. Oysa taraflardan biri göç ettiyse hiçbirinin kıymeti kalmaz bunların. İnanın her biri tebessüm sebebi olur. En sert tartışmalara bakarız göç edenin arkasından ve yaptığımız, yapabileceğimiz gözü buğulu bir tebessümden öteye geçemez. Kalbimizi kırdıysa o, canı çoktan sağ olmuştur, biz kırdıysak eğer, biliriz, çoktan affolunmuştur.
Eğer bir babaysa göç eden o zaman çok daha hüzünlüdür hikaye. Yaşanmışların, bahsettiğim gibi, hiçbiri can yakmaz ama yaşanması planlanan ama yaşanamayanlar vardır ya, onlar ciğerini yakar insanın. Biraz sitem edilir gittiği için baba ama sonra hemen akla gelir nefes sayısı, geri alınır sitem. Sessiz muhabbetler başlar yukarıyla oğul arasında. Aslında usulendir yukarıya bakılması, her köşededir o. Yaşanmışlarla yaşanacaklar arasında köprü kurmaya çalışır geride kalan evlat, pek başarılı olamaz, malum yol göstericisi, izinde yürüdüğü adam yoktur artık. Sonra alışır, çözümler üretmeye başlar yarıda kalan planlarla alakalı. Bir yandan da özlemeye devam eder babasını. En zorunun bu olduğunu sadece kader ortaklığı yaptığı insanlar bilir, bunun farkındadır. Çünkü bilir ki, en zor olanı gelmeyen olanı özlemektir. Tek kişilik bir ekip çalışmasıdır yarıda kalan planların tamamlanması işi.
Bunlar olurken olgunluk çalar kapıyı. Girer içeri sormadan ve kurulur baş köşeye. Olumlu veya olumsuz her anında yanındadır geride kalan evladın. Babanın armağanıdır, ayakta kalması için yollamıştır. Vereceği son hediyedir oğluna ama ne hediye! Tüm hayatı boyunca kullanabileceği ve asla eskimeyecek olan bir hediyedir. Olgunluğu da cebine koyar bu evlat fakat her ne kadar çok kıymetli olsa da özlemine bir çare olmaz. Özlemi, her geçen gün çığ gibi büyür yüreğinde. Öyle bir özlemdir ki, öyle ağıtlar yaktırmaz bu evlada ama bazen öyle bir yaş döktürür ki gözüne, bir damladır ama bin damla niyetinedir.
‘Hayat devam ediyor’dur ya hani, söve saya itaat eder evlat bu klişeye. Hayatın devam etmesi asla özlemine yapılmış bir darbe değildir, bilakis özlemine özlem ve mana katan bir gerçektir. Bunu da özümser, hazmeder ama bir şey koyar kendine. Sitem etmez asla ama aklından da çıkmaz. Şöyle ki, düğününde karşılıklı göbek atıp kucağına bir torun yetiştirememiştir ya bu evlat babasının, yakar bu ciğerini durur. ‘Ben adam oldum, büyüdüm’ diyememiştir ya, kavurur da durur içini bu durum. Her şeye rağmen şükreder de yaşamaya devam eder ve inanır ki, düğününe de gelecektir babası, torununu da sevecektir. Evet, belki dokunamayacaktır ama izleyecektir.
Not: Üç yıl önce kaybettiğim babamın ardından naçizane karalamıştım bu satırları. O okuyabiliyor mu bilmiyorum ama her okuyandan selam olsun babama…