İçimde yanıp tutuşan küçük bir çocuk var. Geçmişi olmayan, geleceğini şekillendiremeyen. Her an üzüntüyle dolu biri. Mutluluk zamanında bile etrafındakiler bunun sadece hüzün getireceğini biliyorlar. Kendisini son derece ikna etmiş bir durumda. Herkes onsuz daha mutlu. Bugün yemekte yanında oturan insanlar ondan bir şeyler saklıyor. Yemekten kalktıktan sonra oturup sohbet edeceği kimsecikleri bulamıyor. Kendi üzüntüsünü sürekli dalgaya ve hastalığına vurmaya çalışıyor. Ama asıl problem şu ki o çürük biri. İçindeki yanıp tutuşan çok kendini göstermek veya yeni kişilerle tanışmak için heyecanlanmıyor. Ölümün daha doğrusu cehennemin ateşinde yandığı için içi ısınıyor. İnsanların kendisine acımaması gerektiğini söylüyor fakat her gün insanları gözlerinin içine bakıyor. Onun için az da olsa bir şeyler hissetsinler diye. Onun içinde kalpleri ritim tuttursun istiyor. Her an mutlu, spontane ve kafası rahat gözükmek istiyor. Ama komiktir ki bu özelliklerin bir tanesini bile barındırmıyor. Kendisine zarar verecek şeyler yapıyor. Her gün kendisini daha da kötüleştireceğini bildiği halde bu şeylere devam ediyor. Bakıyor elindeki zehre ama bir türlü bırakamıyor. Canı acıyor her o zehri düşündüğünde ama düşünmeden de edemiyor. Her şeyi başarmak istiyor ama hiçbir şeyi başaracak kabiliyeti olmadığını biliyor. Her şey için çalışmak ve çaba sarf etmesi gerektiğini biliyor ama artık bunun için enerjisi kaldığını düşünmüyor. Bir telefon uzağında terapisti duruyor. Bunu her aklına getirişinde içi daha da acıyor. Çünkü bu ona kendisini aciz gibi hissettiriyor. Artık ne yapacağını bilemiyor. İnsanların ona yakınlaşmasını da uzaklaşmasını da izlemek istemiyor. İnsanlara bu kadar bağımlıyken de hep tek kalmak ve ağlamak istiyor. Genel olarak içi dolmuş, şişmiş ve patlamak üzereymiş gibi hissediyor. Kendi başarısızlıklarının hepsinin nedeninin bir tek kişi olduğunu biliyor. Bu sebeple de her zaman kendisine yükleniyor. Zaten en kolay şeyin kendinden nefret etmek olduğunu biliyor. Her gün aynaya bakarken gördüğü yansımadan iğreniyor. Keşke bir şeyler değiştirebilseydim diyor. Hayata tekrar gelip her şeyi başa sarmak istiyor. Geleceği yaşamak istemiyor çünkü daha çok üzülmekten korkuyor. Umut duygusuna sahip olmanın ne kadar tehlikeli olduğunu bildiği için de geleceğe ışığın altında bakamıyor. Her gün yazı yazmak, kitap okumak istiyor. Kendi kurduğu çöplüğün içinde yok olmanın yollarını arıyor. Ama her sabah uyandığında görüyor ki o daha kendi çöplüğünü kuramadan başkasının çöp kutusuna buruşturulmuş bir kağıt gibi atılmış. Kağıt hala parlak beyaz renkte yeni gibi gözükmeye çalışıyor fakat içi o kadar buruşmuş ki bu kırışıklıklar dışarı da yansımış. Kendisinin ayrı bir yere konulması gerektiğini düşünüyor. Geri dönüşüme gidip hayata tekrar tutunmak istiyor. Ama geri dönüşüme gidene kadar yırtılıyor. Paramparça hale geliyor. Eksik, yırtılmış, paramparça olmuş. Her insanı tanımlarken kullandıkları kelimelerin başında geliyor: “eksik”. Düşünüyorum bu küçük çocuğun eksikleri neler? Parasızlık mı, sevgisizlik mi? Parasızlık kesinlikle değil çünkü ailesi onun için bütün harcamaları yapıyor. Sevgisizlik ise fazla geniş bir kavram. Ailesi onu sevdiğini gösterecek her şeyi yapmaya çalışıyor. Arkadaşları kendilerini ona inandırmaya çalışıyor fakat bunun etkisini kendi üzerinde pek göremiyor. Belki de sorun kendisini hiç sevmeyişidir. Ama bu konseptte ona çok zor geliyor. Aynaya bakamayan, fotoğraf çektiremeyen, insanlara “gerçek” kendisini ifade edemeyen biridir o. Bu kadar “eksiği” varken ne yapacak, nasıl tutunacak hayata kendisi de bilmiyor. Canı acıyor. Kendisinin düştüğü bu halleri görmek ona zarar veriyor. İçi bir garip küçük Orhan Veli’yi andırıyor.