O günü de diğerlerinden ayrı kılacak bir özgüllük yoktu. Sakin, bildik – ritüel, sıkılmışlık ve sıkışmışlıkları – yönleri ile başlamıştı. Kimbilir ne zaman kafasındaki çanları çaldıran duygular, görsel yansızlığın, tekil çoğunluğu..
İşte yine kelimeleri ve kendi ile başbaşa kalmıştı. Umarsadığını, umursadığı yapan her gerçeklik bile kendi yaratısı olduğuna göre, duyguların kelime olması kadar hazır olmalıydı;- hangi dilden gelirse gelsin kelimelerin de duyguları olmasına…
Dünyaları(!) anladıktan sonra; her şeyin ne denli soyut; – üzerlerinde düşünüldüğünde de – ne denli somut olduğunu görebilmek etraflarınca ” kart ^^ olan ruhunu hala heyecanlandırabiliyordu. Parçaların çizgilere dönüşmeden yorumlanabildiği – o küçük – evreninde :
başlamak/bitirmek
yazmak/konuşmak
sevmek/alışmak
olmak/boyutlamak – yok olmak –
birbirlerinin yerlerini kendiliğinden olabiliyor ya da tarafınca kullanılabiliyordu.
” Dokunmak kadar; hayal kurabildiğinde kocaman bir adam olabilirsin oğlum.. ve unutma ki! hayat; kitaplardaki gibi değildir, o’nu kendin yaratır, kendin yaşarsın! ” demişti babası..
Dumana daha fazla ihtiyaç duyduğu bu öğlen-kokulu sabahta; yaşı 27,5 demeye sayılı günler/saatler kala buna ancak algılabiliyor ve anlayabiliyordu.
Sevdiğinin kollarında uyanmanın; – daha doğrusu dilediğince uyuyabilmenin de – mutluluğuyla… birbirinden güzellikte kavramlar, düşünceler, yaratılarla
dolduracağı/dolduracakları başlıyordu..
” Hayatının geri kalanının ilk gününde! ”
201114