Saat gece yarısını geçmişti. Uyumadan önce mutfağı toplamalıyım diye düşündü. Aslında bu düşünce o an için aklında denizde kum tanesi misali yer edindi. Hayat bu kadar zor olmak zorunda mı sorusunu yineledi aklından. Rotasını kaybetmiş bir gemi gibi hissediyordu. Ne yapacağına bir türlü karar veremiyordu. Ailesi, sevgilisi, okulu hepsi iç içe geçmiş çözülmesi gereken kördüğümdü. Hepsi O’nu bekliyordu. O ise neyi beklediğini bilmiyordu. Aklına ünlü düşünürün sözü geldi:”Bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir.”
Düşüncelerini dağıtmak için kirli bulaşıklara yöneldi. Derken tezgaha düşen bir bardağın sesiyle irkildi. “Süt bardağı” kırılmıştı. Uzun uzun baktı ona. Sahi ne kadar olmuştu onu alalı? Elazığ Migros’tan alınmıştı. 3 taneydiler, üzerlerinde 3 farklı kadının resmi vardı. Hepsi güzel ve modaya göre giyinmişti. En çok da sarışın olanını sevmişti. Kim bilir belki de kendine benzettiği için. Ama en önce de o kırılmıştı. Zaten hayatta hep en sevdiği şeyleri erken kaybederdi. Ne zaman nasıl kırıldığını hatırlamıyordu bile. Aslolan kırılmış olmasıydı. Diğerinin sonu da hatıralarında yer edinmemişti. Ve en son esmer güzelini barındıran bardağı kırılmıştı.
Durdu, düşündü. “Eşyalara cansız diyenler kafayı sıyırmış olmalı. Benimle birlikte ne aşklar, üzüntüler, mutluluklar, sevinçler yaşadı. Göçebe ruhumun bedenimde yansıması sonucu kaç şehir gördü. Nelere şahit oldu.” Kaçmak istediği geçmişinin en önemli hatıralarından biridir. Onu her gördüğünde geçmişiyle yüzleşiyordu. Kimseye anlatamadığı şeyleri onunla gözleriyle paylaşıyordu. Tıpkı tüm eşyalarının olduğu gibi onun da bir ruhu vardı. Ona bir şeyler söylüyordu ama bunu sadece sahibi anlıyordu. Görünür bir tepki veremediği için onu cansız sayanlara inat sahibine ve dünyaya varlığını hissettiriyordu. Zaten bu tepki verememe olayı ona sahibinden geçmişti. O da öyleydi. Bir şey olduğunda içinde fırtınalar kopsa dahi dışarıdan hiçbir şey anlaşılmazdı. Teni onun yaralarını gizlemek için en güzel sığınaktı.
Tekrardan düşüncelerini bardağına yöneltti. Bardağının kırıldığı gerçeği gün gibi ortadaydı. “Hadi bakalım, bu gerçeği yok saymak için ne yapacaksın?” diye sordu kendine. Kırılan bir bardak değildi ona göre. Kırılan, parçalanan, yok olan onu geçmişiydi. Geçmişinden kurtulmak için türlü türlü şeyler yapan birinin birden geçmişinden kurtulması garip geldi ona. Bu sefer hiçbir emek vermemişti. Belki de bu yüzden üzülüyordu. Geçmişinden kurtulmak için hiçbir şey yapmamıştı. bu yüzden bu “zafer”i hak etmediğini düşünüyordu.
Evet, geçmişinden nefret ediyordu. Ama şimdi gidince tarifsiz bir boşlukta hissetti kendini. Nefret etse de onundu, ona aitti. Kötü de olsa onun bir parçasıydı. “Kendime ait parçaları neden hep kaybetmek zorundayım?” diye sordu.