IŞIKLI GECE
Kadın kulaklıklarını takmış ve düşünüyordu: ’’İnsan çocukluğunun, gençliğinin geçtiği şehri bir anda nasıl terk eder ki’’? Kolay sanıyordu her şeyi arkasında bırakıp gitmeyi. Hani insan bazen gitmek ister ya uzaklara, onu kimsenin bulamayacağı yerlere; işte kadın da çocukluğundan beri bunu istiyordu. İçinde hep bir yerlere gitme fikri vardı. Bütün insanlardan kaçmak, yeni bir hayata başlamak istiyordu.
Bavulunu haftalar öncesinden hazırlamıştı. Götüreceklerinin listesini yapmış ve en az on kez kontrol etmişti. Bir an önce yolculuğa çıkmak için sabırsızlanıyordu. Kimseye veda etmeden gitmek istiyordu. Çünkü vedaları sevmezdi. Ağlamak, özlemek, veda etmek onun için çok uzak kavramlardı.
Sonunda gitme vakti geldi. Fakat kadın özleyecekti yaşadığı bu küçük şehri. Ne de olsa yılların anısını biriktirmişti bu şehirde. Bavulunu aldı ve bindi ona yeni bir hayatın kapılarını açacak otobüse. Hatıralar, iyi kötü canlanıyordu otobüsün camından uzaklara bakarken. Zaman o camın ardına bakarak hızla geçti. Ve onu selamlayan yeni bir şehre ‘’merhaba’’ dedi.
Gün geçtikçe yalnız hissediyordu kadın kendini. Gün geçtikçe o sevmediği insanları bile o küçük şehirle birlikte özlüyordu. Hiç böyle olacağını düşünmemişti ki. Eğer o küçük şehri terk ederse her şeyin daha iyi olacağı hayaline kapılmıştı. Sanki tek sorun şehirdeydi, tek sorun küçük şehrin insanlarındaydı. Böyle hissetmemeliydi. Mutlu olmalıydı ama olamadı.
Küçücük Bir otel odasında yalnız kalmıştı ve bakıyordu sisli geceye. Sisli gecenin ardında bıraktığı hayallerine. O kadar dalmıştı ki, birden gecenin karanlığında, gökyüzünde yanıp sönen ışığı fark etmedi. Fakat o ışığın ardından gelen gürültülü bir sesle birden irkildi. Kulaklıklarını çıkartıp komodinin üzerine bıraktı, elleri titreyerek. Ve korku dolu gözlerle pencerenin camından dışarıya baktı. Sürekli yanıp sönen şimşekler ve ardından gelen gök gürlemeleri korkunç bir geceye dönüştü . Küçük bir kıyameti anımsatıyordu kadına, daha önce hiçbir yerde görmediği. Ağlamak geliyordu içinden. Çünkü korkuyordu, o küçücük odada yapayalnız ölmekten.
Araba alarmları ötmeye başladı güçlü bir şimşeğin ardından.’’İşte’’ dedi kadın, ‘’kesin arabaların üstüne düştü yıldırım’’. ‘’Ya bu eve de düşerse, bu ağaçlara, bu kaldırımlara’’. Çocukların çığlıkları, bebeklerin hıçkıra hıçkıra ağlama sesleri sarstı karanlık geceyi. Ve onunla birlikte dışarıda ıslanmamak için koşuşturan insan sesleri.
Kadın yağmuru çok severdi. Dışarıda yağmur yağdığında ıslanmamak için koşuşturan insanlara hayret eder inatla altında saatlerce bekler, sırılsıklam olmadan girmezdi içeri. Çünkü yağmur mutluluktu onun için. Ama bu yağmur öncekiler gibi değildi. Bu asi ve agresifti. Sanki bir şeye sinirlenmiş de insanlara cevap olarak yağmış gibi.
Pencereyi bile kapatmaya korktu kadın. Ve aldı eline kağıt ve kalemini yazmaya başladı.
Yeni bir sayfa açmak için geldiği bu şehirde de yakalayamadı mutluluğu. Güzel şeyler olur umuduyla yerleşmişti fakat geçen sıkıcı günlerin ardından bir de üstüne bu küçük kıyamet onun bu şehirden iyice soğumaya başlamasına yetti. O kötü anılar yaşadığı ama güzellikleri de gördüğü küçük kentin kıymetini şimdi daha iyi anladı. Çünkü orada ne zaman yağmur yağsa mutluluktan yerinde duramazdı. Çıkıp ıslanmak isterdi. Eğer yağmur onu yolda yakalamışsa insanlara çaktırmadan az az ıslatırdı kendini ve gülümseyerek fısıldardı yağmura; ‘’yine ıslattın beni’’. Mutsuzsa bile gözleri parlardı birden ve tebessüm ederdi. Fakat yağmur artık korkutucu bir hal aldı onun için. Saatlerce bir yağmurun sürdüğünü ve saatlerce gökten o korkutucu seslerin geldiğini ne duymuştu ne de görmüştü şimdiye kadar. Küçük şehirde en fazla 5 dakika sürerdi. Üzülürdü kısa sürdüğü için ama şimdi anladı ki en iyisiymiş az ve öz olanı.
Kadın sayfalarca yazdı, yazdı ama yağmur hala dinmedi. Gittikçe korkutucu bir hal aldı. Dışarıdan gelen ambulans sesleri çoğalmaya başladı. Kendini korku filminde gibi hissediyordu kadın. Ve bu izlediği şimdiye kadar ki en korkunç filmdi.
Perdesinden akan yağmur damlaları yerdeki halıya dökülüyor ve o boş odada yankılanıyordu ‘’şıp şıp’’ sesleri. Kadın korkudan kapatamıyordu pencereyi.
Bir an kendini düşünmekten vazgeçti. O evindeydi, rahattı. Korkarsa annesi vardı ve üşürse de yorganı. Islanmıyordu çünkü bir evi vardı. Peki ya evsizler onlar ne yapacaktı? Kimsesizler. Onlar nerede yatacaktı nereye sığınacaklardı bu korkunç yağmurda. Kim alırdı ki onları bu soğuk havada içeri. Kim üşür diye bir battaniye daha örterdi üstüne kim korkmasın diye yanında yatardı? Hasta olurlardı bu soğukta, bu halde. Ve hasta olunca yine kimsesiz kalacaklardı. Ne bir sıcak çorba veren, ne bir nane limon kaynatan ne de üşümesin diye sımsıkı battaniyeye saran biri? Onlar kimsesizdi ne anneleri, ne babaları hiç kimseleri yoktu yalnızlıklarından başka. Ve biz onları düşünürken onlar da bizi düşünüyorlardır muhtemelen. Ne şanslı bu insanlar, hem anneleri var hem de sıcacık evleri.
Ya sokak kedileri, sokak köpekleri. Tir tir titriyorlardır şimdi. Bütün tüyleri ıslanmış, bir arabanın altında miyavlıyorlardır ve kim bilir çoğunun da karnı açtır.
Yağmur sonunda biraz hafifledi. Belki de bu yağmur ona düşünmek ve şükretmek için gönderilen bir işaretti. Kim bilir böyle bir yağmuru bir daha ne zaman görecekti ve yeni gideceği şehirde mutlu olabilecek miydi? O kadar çok soru vardı ki aklında ve hiçbirinin cevabını vermiyordu henüz. Cevaplaması için zaman gerekti. Her şey için zaman. Yaşamak , korkmamak ve mutlu olmak için. Her şeyin ilacı zamandı artık. Ne zaman olduğunu bilemediği…