Haliç’teyim. Köprüde. Orhan Veli gibiyim. İstanbul’u dinliyorum. Bir garibim…
Binlerce insan geçip gidiyor önümden. Farklı yüzler, farklı hayatlar, farklı sevinçler, farklı
kederler… Herkes, her şeyiyle farklı.
Bir kadın görüyorum. Genç bir kadın. Kız çocuğu var yanında. Elini tutmuş. Ama öyle bir tutmak
ki; incitmekten korkar gibi, bir kuşun kanadını okşar gibi, avucundaki kelebeği öper gibi. O kadar
naif,o kadar sevgi dolu. Küçük kızın gözleri ışıl ışıl, gülüşerek geçiyorlar önümden.
Bisikletine binmiş bir amca görüyorum sonra. Tüm yaşanmışlığına rağmen umutla basıyor pedala
sanki. Denizi selamlayarak geçiyor önümden.
Oltasını Galata’ya karşı sallayan üç arkadaş görüyorum yanı başımda. Kovaları da epeyce dolu.
“Akşama büyük ziyafet var.” diye konuşuyorlar aralarında. Tebessüm ediyorum. Balık tutma işini
bitirip, kovalarını kollarına takıp, üç afacan çocuk gibi akşamın hayalini kura kura geçiyorlar
önümden.
Bir teyze görüyorum. Bana doğru geliyor ağır ağır. Torunu alacakmış buradan. Saati soruyor.
12’ye 5 var. Gençliğinde ne çok gezermiş. Şimdi yaşlanınca işte çıkamaz olmuş. Torunu sağ olsun,
arada böyle hava alıyormuş sayesinde.Tatlı tatlı konuşurken torunu geliyor. “Gençlik güzel.” diyor
teyze. ” Kıymetini bil.” Başımla selamlayıp el sallıyorum arkalarından. Teşekkür edip ayrılıyorlar
yanımdan.
Bir simitçi görüyorum köşede. Simitler gevrek. Kokusu ta karşıdan geliyor burnuma. Kimi çay ve
peynirle birlikte muhteşem üçlüyü tamamlayıp denizin keyfini çıkarmak için , kimiyse martılarla
sohbet için alıyor. Kimi de hiç bakmadan devam ediyor yoluna. Bugünün yevmiyesi çıksa bari…
Baloncu geçiyor önümden. Rengarenk balonları, çocukların iştahını kabartıyor.
Pamuk şekerci, 14-15 yaşlarında temiz yüzlü bir oğlan. Hayatın yükü, omzunda taşıdığı
pamuk şekerler kadar hafif değil anlaşılan.
Çiçekçi kadın görüyorum. Hüzünlü güzel; kasımpatısı var taze taze. Özenle yerleştiriyor yerine.
“Sevince..” diyor, “Sevince tüm dünya aha bu çiçekler gibi güzel olur, mis kokar.” diye kasımpatının
hüznünü yok etmek istercesine sesini duyurmaya çalışıyor yanından geçenlere. “Çiçek gibi sevmeyi
öğrenebiliriz umarım bir gün.” diye geçiriyorum içimden.
İnsanların sesi, denizdeki martıların sesine karışıyor. Denizin dalgasına karışıyor. Yaşamın tüm
sesi, rengi, dili birbirine karışıyor. Bir oluyor.
Ve ben,
Haliç’in ortasında Nazım gibiyim bu sefer.
Memleketimden insan manzaralarını izliyorum.