Bugünlerde herkes yazıyor. Bugünlerde herkes kasvetli hayatlar yaşıyor. Peki bir kaçış yolu olarak girilen edebiyat yolu ne diye bu sıkıntılarla doldurulur? Uçurumdan düşmemek için kendini asmak kadar anlamsız. Oysa bize lazım olan aşk. Tek gereken aşk. Bir kadın belki.
Sözgelimi mutfaktaki şu kadın, benim için madlen yapan. Çocukken düşlerime giren o enfes boyun kokusunu nihayet duyabilmek ne harika! Gıdıklanıp kıkırdayarak kaçırıyor kendini benden. Malzemeleri çırpmaya devam ediyor. Şu limonlarıın kabuğunu rendeler misin diye soruyor. Beni başından savmak için güzel bir numara. Yakınında olmak karşılığında dünyanın tüm limonlarını rendeden geçirebileceğimi söyleyip limonları havaya atıp atıp yakalıyorum.
Baban bu gece erken dönecek diye bir cümle duyuyorum. Hayır, bu zaman zaman kafamdan yükselen bir hikaye başlatma cümlesi değil. Farkına varıyorum. Limonu yarı ölü halde bırakıyorum dikkatlice. Bunu aradan sıyırıp atabileceğim ufak bir pürüz olarak gördüğümden yüksek bir güven duygusuyla, sinirlenmediğimi kendime kanıtlarcasına yavaşça soluyor ve sahte bir gülümsemeyle önce başımı kaldırıyor, önce önümdeki bardakların dizili olduğu rafa ardından arkamı dönüp onun sarı yüzüne, ışıltısız koca gözlerine bakıyorum.
Saatin kaç olduğunu soruyorum. Oysa çoktan yakalamış beni zaman sol kolumdan. Oysa asla bilmek istemiyorum saatin epey geç olduğunu. Bu kekler kaç dakikada pişer, film kaç saat sürer, sabaha karşı kaçta bırakırız sevişmeyi…
On bire on var, diyor. Sevişmeyi acele getirmekten hoşlanmam. Fakat iki haftadır bunun hayaliyle dayanıyorum her şeye. Şimdi, burada, yumurta-yağ- vanilya kokularıyla midem ağzıma gelmişken…