Kana Bulandığım Yanlışlar Üzerinde
Gölgemi geçmeye çalışan insanların saçlarıma dolanan kanlarından tutuyordum ihanetlerimi, yanağıma dokundum; ölüm, tıpkı sevdiğimi kalbime gömüp kendimi yıkadığım zamanki kokuyu sürüyordu üstüne. Kırmızı gözlü acının şehvet içeren yeni halinde ismi lazım olmayan bahaneler üretiyordu kalbim. Aklım, namusuma sebat etmeyen krallıklar dikiyordu gözümün önüne, titriyordum.
Kalbime bir şey battı, sol elimle tuttum, cehennem sözleşmesi halka açık yerlerde bedenime imza atıyor, her şey ölüyordu. Bir kaşını havaya kaldırmış olan çirkin kız, okul üniformasının şekilsizliğiyle hava atıyordu üstelik. Karşısında diktim gözümü, kollarımı bağlı tuttum, sağ ayağımı öne atarak uzun saçımı savurup dil çıkardım. Sonra, sevdiğim adamın dibi kadar günahkar şarkılar savurdum gökyüzüne, ıslıklar sustu, korktuk korkularımızdan…
Kana Bulanan Yanlışlar Üzerinde
Korkularımızı bir taşla ezdik. Otuz iki diş sırıtıyorduk insanların karşısında; yara almıştık, canımız acımıştı taştan fazla. Sevdiğim adamın rüzgarından sağa sola çarparak, durabilmek yeteneğimi yeniden keşfedebilmeyi umuyordum. Hiçbir şey tesadüf değildi, çıkardığım dilimin ucunda bir ismin saklı olduğunu yine sadece kendim biliyordum. Siyah saçımın rengini baharda belli eden soytarılıklar çalacaktım ayrılık kuaförümden, bir fırça ve bir gözyaşı yeterdi. Sonra, o geldi karşıma. Ölüme uzanan ellerde girift uysallıklar kafalıyordu buhardan saçma tırnakları. Elini tuttu o kızın; çirkin kızın elinden tuttu hem de tam karşımda. Kadro tamamlandı. Kahkaha attım belli etmemeye çalışan Eda’mla. Bana bakıyordu kahverengi gözlerinin saçmaya indirgenen kah sultanlı kah bensiz makamlı hallerinde. İşte artık nefret ediyordum ikisinden. Kırmızı ihaneti seyreyleyen gözlerim, ateşi yakalamak ister gibi koştu uzaklara.
Dilara AKSOY