Sokağın köşesini dönerken taze ateşlenmiş silahını namludaki barut dumanı ile birlikte beline hapsetti. Ara sokaklardan çıkıp insanların arasına karışmasına yakın apartman boşluğuna yöneldi. Başındaki siyah maske ve şapkayı çöpe attı; çift taraflı montunun tersini çevirdi. Silahının dışarıdan belli olan kabzasını düzeltip sokağa çıktı. Alnındaki soğuk terleri montunun koluna silip nefesini düzenlemeye çalıştı. Artık ok yaydan çıkmıştı; pişman olmak yerine sakin kalmak zorundaydı. Bu gece belkide şafağa en uzak olandı.
Korna seslerinin kulakları üzerinde kurduğu baskı ile uyanduı. Üsküdar sahilde harika manzarası; karışık bir zihni vardı. Barut kokusu parmaklarına olduğu kadar aklına da sinmişti. Uzandığı banktan doğrulup denize baktı. Kendisine ardı ardına sorular sıralayabilecek iken vazgeçti. Sigarasına uzandı. Şairin dediği gibi;”Karanfil kokuyor cigaram” mısrasını tekrarladı. Keyfi fazla sürmedi. Yanından geçen bir bisikletlinin önüne attığı kağıtla şiirsel düşünceler ortadan kayboldu. Zaten hep böyledir. İnsanlar acı çektiğiniz anlarda sizi öldürmeye daha meyilli olur; tıpkı ayağı kırılan atları vurdukları gibi.
”Kendi iyiliğin için ıskalamamalıydın.”
Tek bir cümlelik kısa not çok fazla ihtimale gebeydi.Artık durum öğrenilmiş, anlaşma bozumuştu. Her yer gibi kaldığı ucuz pansiyon da güvenli olmazdı. Toparlanıp çıktı. Ağzını sıkı tutması karşılığında girişteki şiveli kapıcıya birkaç kuruş bahşişi unutmamıştı. Gidip aldığı parayı geri verse artık silah ateşlenmiş, suç işlenmişti. Hem parayı riske edemezdi, zamanı azdı. İkinci seçenek kaçmak diye düşündü. O zaman hem parayı Baturay’a ulaştırmanın hem de hayatta kalmanın bir yolu bulabilirdi. Üçüncü seçenek ise işi aldığı ekibi ortadan kaldırmaktı ama bu da en zoruydu. Hem elindeki ekipman bunun için yetersiz hem de zaman oldukça kısıtlıydı. Ayrıca yalnızda değildi; ortağını riske atamazdı.
Bir uyuşturucu baronunu temizlemek için bu kadar parayı sokağa dökenler elbette onları öldürmek için de daha fazlasını gözden çıkarabilirdi. Pişmanlıkla vurdum duymazlık arasında bir tat hissetti içinde. Babasının sözü aklına geldi.
”Amaç doğru olsa da yöntem yanlış oldukça sonuç her zaman yanılgı olacaktır.”
İyilik meleği olarak anılma istekleri yoktu; kimseden bir teşekkür de beklememişlerdi. Ama geldikleri durumda ”pis birer kiralık katil damgası yemeye değecek mi?” sorusunu sormadan edemedi. Hadi kendisi kimsesizdi; bu yafta onu sevmediği insanlardan bir adım daha dışarı atardı. Baturay ise bu yükü karısı ve en önemlisi çocuğu ile sırtlamak zorunda kalacaktı. ”Bunu bilerek yola çıktık” dedi bir tarafı. Başka bir köşeden ”ulan küçücük çocuk ne yaptı da katilin oğlu damgasını yesin!” diye karşı çıktı. İç seslerini titreşime alıp kafasını topladı. Baturay’ı bulup parayı ulaştırmalıydı. Yakalanırsa bir de üstünde paranın gitmesi ”bedevinin kutup ayısı” hikayesine nazire olabilirdi. Gözü bir telefon kulübesine ilişti. Etrafı kolaçan edip kabine girdi. Ezbere bildiği numarayı hızlıca çevirip hattın diğer ucunda ortağının sesinin belirmesini bekledi.
Her şeyi göze almışdık….
Dostunun bu hatırması bir nebze de olsa onu sakinleştirmiş, nabzını düşürmüştü. Bu zor kararı aldıları günü hatırladı. Çay ocağındaki masayı, sigara dumanını ve verdikleri sözü. Bu para bir şekilde yerine ulaşmalıydı. Bu kutsal amaç iki dostu ayakta tutacaktı. Ayakta kalmak için bir olmaya ve sırt sırta vermeye ihtiyaçları vardı. Hapşırdığında ne zaman dostuna çok yaşa dese cevabı ”omuz omuza” olmuştu; diğer insanlara ”sen de gör”.
Mahallesinden içeriye kafasını uzattığında fazla sessizlik tedirgin ediciydi. Silahı ateşlediği anı hatırladı. O yaşlı kadın önüne çıkmasa ıskalar mıydı? eğer bilerek vurmadı ise bu ıskalamak sayılır mıydı? vicdanına yenilmesinin sebebi bir cana kıyma korkusu mu? yoksa yaşlı kadının korkak bakışları mıydı?
Dostu ile yanyana gelmek riskini göze alamadıkları için ortak bir nokta belirlemişlerdi. İki eski bina arasındaki dar boşluğa girip duvar dibindeki tuğla yığını arasına zarfı bıraktı. Dışardan görünmediğine emin olup sokağa doğru yöneldi. Tam arkasını dönüp gitmek niyetinde iken onu gördü. Mahalledin sevgilisini. Adı lazım değil ama illa bir hitâp lazımsa biz ona Sabahat diyelim.
Hani şu perdeleri patiskadan olan. Hani eteklerinde rüzgar taşıyan…
Elinde poşetler ile sokakta salınırken onu bir daha uzaktan bile görememe ihtimali miğdesini burktu. Defalarca onu öptüğünü düşünerek kafasın yastığa koyduğunu hatırladı. Sevmek için dokunmak şart değidir amenna. Ama öpmek de sevmenin eli ayağıydı. Tam o sırada sevdiğini gölgesinde beliren beli silah kabzası manzaralı adam onu kendine getirdi. Bir an ayakları buz kesti; adımları işlemez oldu. Kabzalı adamın gözlerini üstünde görmesi ile keskin bir silah sesinin kulağında çınlaması bir oldu. Kolunu sıyıran kurşun duvarına yaslandığı evin kapı pervazına saplanmıştı. Vücudundan sızan sıcak kanın etkisi ile yerinden fırladı. Arkasından gelen iki mermiden biri saçlarını sıyırmış diğeri önündeki ağaca saplanmıştı. Yokuştan aşağı sallandıktan sonra önce sol ardından sağ olmak üzere iki kesikin dönüş yapıp kendini kalabalığın içine attı. Yavaşlayıp temposunu insan seline göre ayarladı. Adam onu kovaladığına göre Baturay açığa çıkmamış olmalıydı. Dikkatleri üstünde tutmak en azından onun rahat hareket etmesine yardımcı olacaktı. Az ilerden alt geçide inip gözden kaybolmaya çalıştı.
Hastanenin önündeki bekleyişi dostu ile küçük çocuğun yanyana çıkışını görmesiyle sona erdi. Son dört gündür uğruna bunca derde düştüğü ameliyatın sonucunu dualarla beklemişti. Sonuçta istediği olmuş; eziyet içinde yaşadığı bu hayatın içinde ilk defa bir insanın hayatına faydalı bir dokunuşu olmuştu. Amaçsızca sürüp giden hayatını bir çocuğun yaşanmamış günleri ile değişmekten mutluydu. Dostunu çemberin dışında tutabilmişti. Ancak bu işin tamamen çözüme ulaşması gerekiyordu. Tek yok kalmıştı. 21.yy’da bir kamikaze canlanmalıydı. Son kez merdivenlerdi ikiliye bakıp sessizce helallik aldı. Artık onun için tek yol freni patlamış bu kamyonu yârdan aşağı sürmek olacaktı.
Deponun önüne geldiğinde son kez gökyüzüne baktı. Havayı ve maviyi çekti içine. Beline uzanıp silahını çıkarttı. Horozu kardırdıktan sonra son defa en iyi yaptığı iş için hazırdı. Dördüncü kurşunda özgürlük için hedefini bulmuş olmalıydı. Kapıdan içeri süzülüp ilk adamla karşı karşıya geldiği andan artık geri dönüş yolu kapanmıştı. Üst üste iki kez ateşlediği silahından çıkan mermiler o iri yarı insanı bir kum çuvalı gibi yere yıkmıştı. Ardından karşısında açılan kapının aralığında beliren gölgeye planlı bir kurşun gönderdi. Devrilen ikinci cüsseden sonra hedefi masada oturan karanlık taraftaki adamdı. Ona hesap sormak için bekleyen adamın sol omuzunun üç marmak altına ardarda iki kurşun gönderdi. Ama onun attığı kurşunun önünden kaçamamış; göğsünden hayattaki son yara izini kazanmıştı. Emin olmak için son kez koltuğa yaslanmış olan cansız bedene bakıp depodan çıktı.
Dengesiz ayakları , ciğerinden içine dolan kan ve bulanan zihni ile sokağın sonunda artık ayakta duramayıp bir ağacın dibine yığılıp kalmıştı. Atar damarına isabet eden kurşun kendi kanında boğulmasına neden olurken o dudağından sızan kanları feleğe göstererek kızılcık şerbeti içtim demeye razıydı. Kan dökerek yaşadığı bu hayatın sonu; kendine kanında boğulmak olacaktı.
Gözlerinin önünden bir film şeridi geçmesini beklerken geçen zamanda iyice kapanan bilinci son defa gözünün önüne bir kaç fotoğraf koymaya başlamıştı. Dostunu gördü; yanında küçük bir adam ile hastane merdivenlerinden iniyordu. Eteklerinde rüzgar taşıyan Sabahat’ı gördü; sokağın orasında kırmızı bir gül ile. Kendini gördü, ilk kavga ettiği günü. Canının ilk acıdığı; kendi kanının tadına ilk baktığı günü. Hayatının bütün günahlarını belki de o küçük çocuğun hayatını kurtararak affettirmek istiyordu. Yaptığı kamikaze dalışı ile hayattan aforoz edilmek suçlarının kefaletine mi denk geliyordu? Yaşam onu içine almamıştı, ölümse dışarda kalmasına izin vermiyordu. Eşikte kalmış yaşamını belki de en keskin virajda uçuruma yuvarlıyordu. İlk defa merhamet ile bakan yüreği; vicadanının anti-deprasanı oluyordu. Şairin iki dizesinde ölümün meşru yanını arıyordu;
”Ölüm güzel şey budur perde ardından haber/Hiç güzel olmasaydı ölür müydü peygamber?”