Kimi insan -ki bu var olan dünyanın epey bir nüfusu eder- güneşe, yani aydınlık ve sıcağa muhtaçtır. Bu insanlar kış mevsiminden pek haz etmez, sonbaharın kasvetinden dert yanar dururlar.
Oysa kimi insanlar -ki bu var olan dünyanın epey küçük bir nüfusuna tekabül eder- yağmurlu bir güne uyandıklarında Tanrıya şükür ederler. Hele bu yağmur, insanın derisine işleyen azgın sıcak dalgalarının düşman okları gibi insanın kafasına saplandığı bir dönemde geldiyse o insanlık için ne kutlu bir gündür!
Kendimi bildim bileli sıcaktan bunaldım, karanlığı aydınlığa yeğledim. Gündüzleri sokaklarda dolaşmaktan nefret ettim.
Küçük yaşlarımdan beri ne zaman sıcak bir yaz gününde dışarıda bir saat vakit geçirsem beynime sancı okları saplanır.
Fakat gece öyle midir? Sessizdir gece, insanın içine işleyen tatlı bir rüzgar gibi salınır sokaklarda.
Çoğusu o gölgeden adeta kaçışır, kendi güvenli gölgelerine sığınırlar. Gürültü yok denecek kadar azdır kimi yerde.
Hele bir de mevsimlerden kış ise tadına varılmaz. Gündüzleri kısadır, geceleyin insan yatağa girdimi yünlü battaniyesine sımsıkı sarılır da sabaha kadar yılın en güzel uykusunu çeker!
Yaz mevsimi üstü başı dağınık, yarı çıplak, kirli sakallı esmer bir adamdır. Kısa boylu, şişman; ne yapacağını bilmeden avare dolanır sokaklarda.
Kış ise iyi giyimli, ince bıyıklı, fötr şapkalı bir anıt gibi dikilir karşında insanın. Adımları vakur, yüz göz olmaktan haz etmez, mesafelidir. Keskin yüz hatlarının ortasında bir çift gri göz…
Sonbahar… Sonbaharı anlatmaya bilmem ki hangi filozofun aklı yetmiş, hangi şairin mürekkebi dayanmıştır. O doğanın en güzel kıyafeti hangi terzinin elinden çıkmıştır bilinmez fakat biz güneş ışığından karanlık gölgelere koşan yer altı insanları için en azından bir yüzyıl kadar değerlidir.
Kimi insan kalkıp dans eder bir şarkının eşliğinde,
Kimi bir sigara yakıp çöker eski bir koltuğa,
Nicesi pek sever bir mızrak gibi insanın kulağına saplanan gürültüleri,
Kimisi ise Chopin’in ölüm marşında bulur yaşamın ince çizgisini.
Kara Kam’dan sevgilerle…