Karanlığın fecrine hapsettiğim benliğimin çığlıklarını işitmekten dolayı yırtıldı kulaklarım. Bu ne anlamsız bir haykırış, bu ne biçimsiz melodi! Ağaçların yaprakları siyah açar mı ulan, açıyor işte! Burası bilindik bir yer değil. Burası; kişinin aynı zaman aralığında hem katil, hem maktul olabildiği bir ülke.
Her insan öldürür kendisini, bir kez de değil üstelik. Zaten her insan, hayatında en az bir kere ölmeyi hak etmiştir. Kendisini öldüren katil, yani maktul, toprağın bağrında yatmaz, karanlığın fecrine gömer kendini. Bu karanlık, öyle bir karanlıktır ki, güneşi siyah doğar, güller siyah açar, yer, gök, dağ, taş, toprak, kuşlar, çiçekler, böcekler, evler, trenler ve hatta trafik ışıkları bile karanlığın temasını oluşturan siyaha bulanmıştır. Hayaller, umutlar, yarınlar, aşklar ve nefretlerin siyaha dönüştüğü bu ütopyada her insan yalnızlığı damarlarında gezen kana karıştırır; en adaletli mahkeme karşısında hesap verir.
Karanlıklar Ülkesi, bir daha hiç sevilmeyeceğini hisseden katillerin siyah bir ateşle sigaralarını tutuşturdukları yer. Antik Çağ, Yakın Çağ falan, hepsi varlığını yitirir bu ülkede. Burada tek çağ vardır: Karanlık Çağ. Buranın bütün matematiksel formüllerinin sonucu siyaha çıkar. Bütün kimya deneylerinin sonucunda bir karanlık patlar tüplerden.
Karanlıklar Ülkesi, en güzel seslerin çığlığa dönüştüğü yer. Her insanın bilinçaltında saklanmakta olan gizli diyar, kâbuslara konu, ölümlere yoldaş.
Ve Karanlıklar Ülkesi, benliğimi büsbütün teslim ettiğim diyar! Yalnızca yolunu aydınlatabilenler bulsun diye beni, karanlığın fecrindeyim şimdi.