En kötü kararın bile kararsızlıktan iyi olduğunu söylerler. Sanırım haklılar da, çünkü bitaraf olmayan bertaraf olur. Hep yaşadım hep gördüm, arafta kalmak en kötüsü. Bundan mütevellit yazacağım ilk kitap eleştirisi daha doğrusu yorumu karar verebilmenin dayanılmaz hafifliği üzerine olacak.
Bu kitabı öğrencilik yıllarımda alıp bir ara okurum diyerek okunmadık kitaplar tepesine eklemişim. O yıllarda okul kütüphanesi ikinci evim olduğu için satın aldığım kitapları sonraları okumak için muhafaza ediyordum. Kabul ediyorum, bu kitabı alma sebebim ödüllü bir kitap olmasıydı. Son sayfayla da tanıştıktan sonra ödülü gerçekten kelimelerinin azmi ile almış olduğu kanaatine vardım. O ödülü alan başka kitap var mı diye baktığımda maalesef herhangi bir ize rastlayamadım.
Kitap 2. Dünya Savaşı sırasında yaşamış bir ressamın hayatını anlatıyor. Aslında tam olarak biyografik bir kitap da diyemeyiz. Çünkü sadece karakterin anlattığı kadarını görebiliyoruz. Kim bilir kelimelerin dile gelmediği daha nice yaşanmışlıklar vardır. Kitap aslında sondan başlayıp tekrar sona dönmesiyle postmodernist bir özellik taşıyor. İlk sayfalarında iki seçenek arasından birini seçmesini gerektiğini öğreniyoruz. Son cümlelerinde ise seçimini. Ve seçim için sadece 2 gün veriyorlar.
Bu aralar resme karşı bir meyilim olduğundan mıdır bilinmez ama bu kitap beni okudukça daha çok içine çekiyor. Tabiki de adamın yeteneğini kıskanmıyor da değilim. Adam ülke ülke gezip istediği şehirde kendi stüdyosuna sahip olacak kadar para kazanabiliyor. Sanatla para kazanabilmek, hayalimin yaşandığını görmek bana tuhaf bir his verdi. Özel hayatına bakınca o kadar da mükemmel olmadığını görüyorum ama zaten kimin hayatı mükemmel ki?
Kitap 1. tekil şahısla yazıldığı için sanki yazarla birlikte o anları yaşıyormuş izlenimine kapıldım. Birlikte tuvaldeydik, birlikte manzaraları seyrediyorduk, birlikte siparişleri yetiştirmeye çalışıyorduk. Aslında en önemlisi birlikte geçmişe gidiyorduk. Yazar resim yapar gibi yazmış kitabı da . Ben hayatımda nadiren kitapları çizerim ve bu kitabın yarısından çoğu çizili. Hayatımda okuduğum en güzel kitaplar listesinde zirveyi bayağı bayağı zorluyor.
Kitapta birçok cümle beni benden aldı ama en önemlisi ressamın “Galiba ben çocukluğumu geri kazanmak için resim yapıyorum.” cümlesi en kuvvetlisiydi. Geçenlerde de bir arkadaşım “İnsan bir amaç için yaşar.” demişti. İkisinin ruhu çok eskilerden tanış galiba. Ressam çok çalışıyordu evet gerçekten çok çalışıyordu, onun verdiği emeği sadece bir sanat eseri çıkarmaya çalışanlar bilir. O sancılar, o ağrılar, beyinde dönüp dolaşan düşünceler… Onu gerçekten çok iyi anlıyorum, gerçekten.
Bazı insanlar sevdikleri işleri yaparak hayatlarını kazanırlar. Bu ressam da onlardan biriydi ve ben de onlardan biri olmak istiyorum. Ressam işinin mükemmel olması için insanüstü bir çaba gösteriyordu. Geceleri rüyalar alemine gitmek yerine eseriyle birlikte harcıyordu. Ve sabahın ilk ışığı yeryüzüne geldiğinde uykusuzluktan ve yorgunluktan bitkin bir hâlde değil de işi en iyi şekilde yapabilmenin verdiği rahatlıkla ve gururla güneşi selamlıyordu.
Kitapta bilinç akışı tekniği farklı bir şekilde kullanılmış. Her yeni bölümde şu andan geçmişteki anılara misafir oluyorduk. Şimdiki andan bildiğimiz tek şey kanserinin vücudunda kendini gösterme şekilleri idi. Annesinden, babasından, sevgilisinden, karısından tanışma faslını uzun tutan ressam, olayları iki karakter üzerine kurmuş; babası ve sevgilisi. İkisi de onun kariyerinin vazgeçilmez parçaları olmuş, onlar olmayınca da var olmayı reddeder hâle gelmiş.
Kitap her ne kadar dönemin olaylarına değinmemeye çalışıp otobiyografik bir eser olsa da, bizler öncesinde ve sonrasında neler olup bittiğini fark edebiliyoruz. Savaşlar, toplama kampları, kaçışlar, ölümler, vs vs vs. Gerek ressamın hassas kişiliğinden gerekse kitabın zamanın sadece iyi anılarını gösterme çabasından tarihin tozlu yollarında kendimizi kaybetmiyoruz. Şimdiki zamana giden yolu kolayca bulabiliyoruz.
Sona gelindiğinde evet, bir karar veriliyor aslında çoktan verilmiş bir karar sözcüklere indirgeniyor.