Akşamın kendisini hissettirmeye başladığı anlardı, güneş ışıkları ufukta gözden kaybolmak üzereydi. Yağmur damlalarının birer birer düşmesiyle gökyüzündeki bulutlar yerini kasvetli bir görünüme bırakıyordu.
Oldukça ürkütücüydü sokaklar. Havanın kararması ve sis bulutlarının çökmesi üzerine, her an bir yerlerden yaratıklar çıkacakmış gibiydi. Bir de rüzgâr başlamasın mı?Saçlarının yüzüne yapışmasından önünü göremiyordu âdeta. Yağmurun şiddetini artırmasıyla beraber saçlarını topladı ve şemsiyesini açarak yürüyemeye devam etti.
Sokaklar sakin ve sessizdi bugün. Tek ses, ilerideki parktan rüzgârın etkisiyle kendi kendine sallanan salıncakların gıcırtılı sesleriydi.
İleride dilenci bir adam; yüzü uyuşukluk, boş vermişlik ve tembellik haritası… Dağılmış saçlar, upuzun sakallar… Gözleri ‘yardım et’ diyordu sanki.
Ah be amcacım, elimde olsa da sen ve senin gibilere yardım edebilsem.
Utana sıkıla geçtim yanından. Gülme sesleriyle arkama döndüm ki iki genç, adamın yanından, onu ezici bakışlar ve kahkahalarla geçiyor… Artık dünya kötülerin iyilere, zenginlerin fakirlere, yanlışların doğrulara başkaldırdığı bir arenadan ibaret.
Derken, sokağın bordür taşları üzerindeki tozlar, rüzgârın etkisiyle hırçınlaşarak kasırgaya dönüşüyor…Bu büyüyen kasırganın ortasında kalmamak için hızlı adımlarla evin yolunu tuttum.