Ferîdüddin Attâr’a
Kaliteli bir fırın kokusu geliyordu
Sofrasındaki bayat ekmekten
Şaşırmıştı..
Dışarısı en az içi kadar soğuk ve ölü
Karanlık, sisli, sır dolu bir karanlık ve
Gecenin harflerle kamufle olduğu zamanlardandı
Yerde bir kadın kendi kanları içinde
Gazete parçaları…
Aldı yerden teker teker
Üzerine çekti yerdeki kadının, bir örtü misali
Ve fısıldadı kendi evinde,
yine yerde ve ölü kadına:
“Üşüme diye bundan sonra…”
Ölü bir geceden güneşe akarken saatler…
Kaç sabah olmuştu ki kadının üzerinden
Kim bilir…
Oturdu yerine rahatsızca; fısıldadı,
Kendinden kendine doğru:
“Aldatılmak, aldatılmaktır.”
Bir rahatlık sindi içine,
Anlamlı anlamsız bir –oh
Düşündü: varoluşunu
Tabii her şey kitaplarda yazdığı gibiydi,
Karmakarışıktı…
Ve yine bir “Hiç”e ulaştı anlamlı.
Azmetti; ama ağladı.
Kadına ağıt,
Aldatılmaya lanet,
Kime niyet, kimine kısmet
Hatıra bir Hiç oldu o an
Bi’ tomar kağıt halinde, sonra:
Hafıza, dedi, bir bahçedir;
ne ekersen onu biçersin
Kara bir kitaptı işte…
Dedi’ si kitaptan gelme
Okuduğu gibi, ürkek ve hızlı kapadı kitabı
Yine kara olanı…
Tebdil-i kıyafet etti sonra
Fötr şapkası altında düz saçları, siyah sakalı ve kocaman gözlükleriyle
Yeni bir “adam” oldu oracıkta
Kadın yerde, o ayakta
Kadın kaldı yer’inde
Kocaman adam yoluna devam etti.
İçinden içine yine bir fısıltı:
“Binlerce, binlerce sır bilinecek
O gizli yüz gösterince kendini.”