Tam da burada, düz bir kayalığın üzerinde oturmuş denizi seyrediyorum.
Maviliğin içinde kaybolmak istiyorum sanki..
Şu güzel deniz.
Şu, ne anlattıklarını bilmediğim martı çığlıkları..
Şu, maviliğin üzerinde sıra sıra dizilmiş karabataklar..
Çok uzaklarda bir yük gemisini izliyorum..
Bir çok balıkçı teknesinin motor sesleri eşlik ediyor uzaktan sessizliğime..
Konuşacak bir şeyim yok
Oysa yazacak ne çok şeyim var..
Şu güneş battı batacak gibi öyle duruyor bulutların arasında..
Bir görünüyor, bir kayboluyor..
Denize yaklaşıyor yavaş yavaş..
İzliyorum, hayran kalıyorum..
Güneş’in doğması ve batması ne kadar normal geliyor bize..
Oysa bu alışılmış düzenin arkasında çok garip bir mucize var..
Fark edemiyoruz..
Gökyüzü yavaş yavaş aydınlığını kaybediyor.
Hâlâ oturmuş, bir şeyler yazmaya çalışıyorum..
Seni yazmak istiyorum en çok..
Oysa bu, şu eşsiz manzaraya hakaret gibi geliyor..
Böylesine güzel bir doğayı izlerken, seni ancak acılarımla anlatabilirim.
Bu yüzden seni yazmayacağım bu sefer..
Bu eşsiz görüntü, anlamadığım martı çığlıkları, şu balıkçılar, şu balıklar..
Şu masmavi sonsuz deniz..
Kesinlikle bu satırlarda acıyı hak etmiyor..
Evet, bu sefer seni yazmayacağım
Bu sefer seni içime anlatacağım sadece..
Bırakacağım bu sefer de içimde kal öyle yazılmadan,
Zaten ben en çok seni yazmaktan yoruldum
Yoruldum seni anlatmaktan..
2 comments
Sade, içten ve masumane sözcükler sanki öncesinde sözleşmişçesine bulmuşlar birbirlerini.. İstanbul.. Yaşamak seni şiirlerde… Bize bunu yaşatan kalemlerle minnet ile bakışıyor yüreklerimiz…
Bu güzel ve içten yorumun için çok teşekkür ediyorum 🙂