Gerçeği öğrenmek istediğimizi söyler dururuz. Yalana tahammülsüzlüğümüzden gösterişli bir şekilde bahsederiz. Merakımızın yemlerinden biri olduğunu düşünürüz gerçeklerin. Öğrendiğimiz zaman ise onu yeniden çıkardığımız kutuya geri koyar ve kutuyu görmeyeceğimiz bir yere postalarız. Görmeyeceğimiz bu yeri elbette biz seçmeyiz, bu seçim yine onu bulup çıkarmaya çalışacak olan merakımızla olan savaşın sonucunda kendiliğinden gerçekleşir. Bu kendiliğinden sonucun kurbanı olmayı ise biz seçiyoruz. Çünkü gerçek elbette bizim güçsüzlüğümüzün karşısına çıkarılabilecek bir değer değil. Onu, katlanılabilir, karşısında güçlü durmayı gerektirecek birşey olarak gördüğümüz sürece bu arayış hep aynı şekilde sonuçlanır. Karakterlerimizin getirdiği özelliklerimizi ve özelliklerin yarattığı eylemlerimizi gerçeği göreceli konumda görecek kadar çok önemseriz. Oysa gerçeğin kendisinin karakterlerimizi yarattığını, şekillendirdiğini unutmak çok kolay. Seçimlerimizin özgürce olduğunu sezinlediğimiz an onu neden hep kötü şekilde kullanma eğilimdeyiz? Bu özgürlük basit bir şekilde zararsız bir sıfata da sokulabilirdi. Sırf insan doğasının bu iğrenç eğilimi yüzünden özgürlük kötü sonuçlar veren bir yolmuş gibi görünüyor. Özgürlük değerini de kendi değersizliğimiz uğruna yok ettik. Gerçeklik özgür bir seçimle ulaştığımız, ulaştıktan sonra da yadsımayı asla kabul etmememiz gereken bir değerken niye hala kısır zevklerimize, zavallı egomuza kurban gitmekte? Bir an içinde çok kolay bir şekilde yalanlarla doğasını bozduğumuz gerçekler niye onları gerçekten arzulayan insanlar ortaya çıktıkları zaman uğraşları boş birşeymiş gibi gösteriliyor? Kişisel ve bir o kadar da ani çıkarlarımızdan daha üstün olduğunu kabul etmek niye insanları daha güçsüz gösterecekmiş gibi yargılanıyor? Kötülüğümüzü karmaşık doğamızla sunarak o karmaşıklığın içinde yutturmak isteğimizde yatan o iğrenç egomuz buna sebebiyet verebilir mi? Doğamız karmaşık, evet, lakin bu karmaşıklık bir özgürlük yolunun verdiği sonuç değil mi? Kendimiz “kendimizin” ürünü değil miyiz? Niçin tüm bu aşağılık yönlerimizin kaynağını başka etkenlere yükleriz? Burada sorun gerçek dediğimiz olguyu iyi yada kötü olarak önkabulünü oluşturmamızda değil, onu tanır tanımaz incineceğimizi düşünerek hemen reddetmemizdedir. Bu inkar kendi içinde tutarsız olmakla beraber insana o an kurtarıcı olarak gözükür ve sımsıkı ona sarılırız. Sonucunda da kaçınılmaz olarak kendimizi reddetmiş oluruz.