İnançsızlığın temelinde yatan şey kibirdir. Kibir , Şeytanın cennetten kovulmasına vesile olan , hin bir düşüncedir. Günümüzde inanmayan yahut inanamayan insanların , ruhlarını saran hastalıkta kibir hastalığıdır.
Biliminin kendi hatalarını düzelterek ilerlediği şu günlerde bile , her şeyin tesadüf olduğunu söylemeye dilleri varanların , yürekleri bu kainatı bir yaratıcının yarattığını söylemeye varmıyor. Oysa iman etmiş kişilere , sorgulamadan her şeyin kolayına kaçmış diyorlar. Oysa asıl kolaya kaçanlar , -her şey tesadüf-tür deyip bir kenara çekilenlerdir.
‘’Allah nasıl her şeyi – hiç’ den var etmiş ki? ‘’ , ‘’ Allahı kim yarattı o zaman?’’ ,’’Allah var ise afrikada ki çocuklar neden aç?’’ Gibi sorular bir kibir alametidir. Beşer beyinleriyle , haşa Allah’ın yerine düşünmeyi görev edinmiş kimseler , Allah’ın kudretini algılayamadıkları için yürekleri bu hastalığa tutulmuştur. Oysa Allah’ın kudretini kavramış , O ‘ nun yazgısına iman etmiş bir kimse o soruları sormak yerine , Kur’an-ı kerim ‘ de belirtildiği gibi yoksulları doyurmaya çalışıp , bu dünya’nın mutlu olma yeri olmadığını kabul etmelidir. Ama buna engel olan yine kibir duygusudur.
Teorilere inanıp , dünya’nın varoluş senaryolarına inanırlar lakin Allah kelamı olan , Kuran-ı Kerim’in Dünya’nın yaradılışı hakkında ki ayetlere iman edenlere hor gözler ile bakarlar. Bu gözlere , gönülleriden yansıyan yegane hastalık yine kibirdir. Bu kibir hastalığına tutulanlar , varoluşlarını bir olan Allah tarafından var edildiğine inanmak istemezler. Şüpheye düşer , acaba diye kendine sormaktan çekinmez ama inanmakta istemezler.
Çünkü inanmak , yetersizliğini ve noksanlığını kabul etmektir. Öldükten sonra hesap vermeyi kabul etmektir. İnanmak , şeytani düşüncelerden kurtulup , bir günahkar olduğunu kabul etmektir. Ne olursa olsun ve ne yaparsa yapsın , yüce Yaratıcı’nın , eşref-i mahluk olan insana verdiği nimetlerin bedelini ödeyemiyeceğini kabul etmektir. İnanmak , dua etmektir. Dua ise yakarıştır. Dua , hakkın olanı istemek değil , sonsuz nimet sahibi Allahtan yardım istemektir. Oysa kibir sahibi bir kimse , kendini yaratıcısının bile kapısını çalmaktan acizdir.
Doğduğunda bakıma muhtaç olan , bedensel ve ruhsal olarak sürekli ihtiyaçları bulunan , hassas ve naif yaratık insana yakışan en son şey kibirdir. Çünkü insan , sabırsız ve noksandır. Her hareketinde bir kusur vardır. Bu yüzden , şükür ederek ve af dileyerek yaşamak lazım gelir. Bunu ancak yüreğinde zerre kibir bırakamayan insanlar yapabilir.
Kibir , şirke kadar giden lanet bir hastalıktır. Kibir, sadece diğer dünyasını değil , insanın bu dünyasını da karartır. Çevresinde olan insanlara zarar verir kibir sahibi kimse. Kimseye minnet etmez ve hatır gönül işlerine itimat etmez. Tıpkı , Nuh (A.S) ‘ un oğlu gibi , suda boğulurken bile , kendisine uzatılan yardım elini geri çevirmeye sebep olur.
Allah , zayıf yaratılmış olan tüm insanları –kibir hastalığı-ndan korusun.
Amin.